Salı, Aralık 30, 2008
Çarşamba, Aralık 10, 2008
kışın renkleri
kış güneşi
kış güneşi her zaman çekici gelmiştir bana, hele de yağmurlu günlerin ardından. su damlacıkları ve toprağın çamuruyla kaynaşan güneş ışığı ne kadar iç açıcıdır. bu sabah da öyle güzel ve canlı bir sabah vardı Antakya' da. sabah kahvemi bahçede içtim ıslak otların arasında dolaşarak. minik kedi yavruları koşuşturup duruyordu sabahın bütün enerjisiyle. otlar ışıl ışıldı, su damlacıkları hala kurumamış, güller yağmurun suyundan boyunlarını bükmüştü.
öğlene doğru gelen bayram misafirleri bahçede oturmayı yeğledi, işte Akdeniz bu dedim kendi kendime ve kaptım fotoğraf makinasını ve çektim bu güzel sabahı.
Salı, Kasım 18, 2008
uzun bir aradan sonra
bu son bir ayda yaşadıklarım bana mükemmel bir ders verdi ve ben dün en son işimi bitirdikten sonra yeni bir sayfa açtım her şeye, şimdi yarınımı dünden planlıyorum ve işlerimin hiçbirini aksatmadan yürütmeye devam ediyorum. hatta yarın yapılacakların listesini bile yazmaya başladım akşamdan. artık planlı çalışmalı ve mümkün olduğunca toparlanmalıyım.
planlı yaşamak insanı stresten bile uzak tutuyor, akşam yatağa girdiğinizde içiniz rahat oluyor. bir bela bin nasihatten iyidir lafı bir kez daha benim için doğrulanıyor.
Pazar, Ekim 12, 2008
bir ekim günü akşamüstü İskenderun
İskenderun sahilindeki şehitler anıtı
şehir meydanlarından birindeki portakallı havuz
sahil boyu uzanan parktan görüntü
sahildeki anıtlardan bir tanesi, üzerinde asker kadın ve çocuk kabartmaları var.
yukarıdaki anıtın altında böyle yazıyor.
yine aynı anıttan Mustafa Kemal'in o günkü söylediği sözler.
aynı anıttan şiir dizeleri,fotoğrafı büyütürseniz daha rahat okursunuz.
burası da sahilde bir meydan ve güzel İskenderun manzarası.
yukarıdaki meydana bakan bu anıt sahilin tam ortasında ve çok anlamlı.altında Atatürk'ün o meşhur sözü var:kırk asırlık türk yurdu düşman elinde esir kalamaz.
Akdeniz ve kum.buna maviyi de katarsanız muhteşem üçlü ortaya çıkar. deniz hala sıcacıktı, yirmi sekiz derece.
gün batımı ve İskenderun körfezi.
Cumartesi, Ekim 11, 2008
doğa hayat buldu

Çarşamba, Ekim 08, 2008
toprağın insanı olmak
çocukken tarla sulamak için erkenden kalkmadım ama gidip suyu getirmek hep bize düşerdi. tarlaları geçerek giderdik su getirmeye. ellerimizde kürek olurdu ya da bel. su açılırdı biz de onu takip ederek tarlaya gelirdik. bazen suyu keserlerdi bir daha giderdik. biz açardık dönerdik bu sefer başkası gelip yine kapatırdı. haydi yine git su açmaya. bazen büyük kanaldan kesilirdi su, bu sefer büyük kanala giderdik nice tarlaların, yeşilliklerin içinden geçerek. büyük kanala giderken korkardım ben, biraz uzaktı çünkü. beni ailem korkutmuştu aslında, yoksa yine uzak başka tarlalara kendi başıma gitmiştim.
tarlamızın içinde oturmak hep hoşuma giderdi. yanımızdaki tarlanın mısırları, ayçiçekleri daha çok olur, bahçeyi daha gür gösterirdi diye kıskanırdım. bazen habersiz oraya gider yalnız otururdum.
tarlaların kenarlarında meyve ağaçları olurdu,biz de gider hep kayısı çalardık.bahçe sahibini görünce nasıl da kaçardık,halbuki gidip tatlılıkla istesek verirlerdi herhalde. açgözlülüğümüz yüzünden bir keresinde ettiğimiz kayısıları bitiremeyince atmıştık üstelik.kanalın civarlarında larva kurbağalarla oynardık. kavaklara konan kuşları avlardı kimisi, sapan kullanmayı hiç beceremezdim.
bugünlerde erkenden kalkmak zorundayım, sabahları altıda kalkıp güne başlıyorum. erken kalkmak her zaman yaptığım bir şey ama bu kadar da değil. insanın en tatlı en ağır uykusunun olduğu saatlerde kalkmak biraz zorluyor beni. aklıma türlü şeyler getirip sanırım kendimi teselli ediyorum ben de. en çok da toprağın insanları geliyor aklıma.
zordur toprağın insanı olmak;emek ister, sabır ister, şükür ister. ama en çok da sevgi ister, tutku ister. toprakla uğraşmayı hep sevdim,çamurlarla çok oynadım çocukken. belki de bu tutku insana doğuştan yazılan bir şey. umarım o tutku hiç bitmez.
Pazar, Eylül 28, 2008
eylül yağmurları
normalde her yıl Antakya' da toprak suya doyardı. bizim bodrumumuzun zemininden toprak suyu teperdi. sonra ya motorla suyu çıkarırdık ya da kovalarla. biz çıkardıkça topraktan su kaynamaya devam ederdi. işin yoksa uğraş dur, üstüne bir de rutubetle uğraş, bodrumdaki eşyaları kurtar. bir keresinde kedimizin yavrularını boğulmaktan kurtardık. hasılı yağmurlardan çok muzdarip olurduk ama iki yıldır bodrumdan su çıkmadı, yağmurlar yine yeterince yağsa da toprağın doymadığı bizim bodrumdan anlaşıldı. dedim ki içimden, yeterki yağmur yağsın ben her kış bodrumdan usanmadan su çekeyim.ellerim üşüsün, paçalarım suda sırılsıklam olsun, bedenim titresin.
son iki gündür o kadar çok yağmur yağdı ki Antakya'ya, yine bir sel olmasından korktuk. gök gürledi, yıldırımlar düştü yine, ürktük. bahçemizde oluşan fotoğraftaki gölcük bunun kanıtı. o gölcüğü görmek ne sevindiriciydi anlatamam. kışın yağan kar yerde kalır ya, bizim buralarda da böyle su toprağa inmek bilmez günlerce orada kalır. umarım bu kış da böyle olacak.
Pazartesi, Eylül 22, 2008
barak ovası
Cumartesi, Eylül 06, 2008
Cumartesi, Ağustos 30, 2008
rina namıdeğer zarife
Pazar, Ağustos 24, 2008
güz esintisi
ama güneşin hala tadı yoktu, esintiyle birlikte bir serinlik çökmüştü. aniden güz canlandı içimde, hele de o kurumuş çiçekleri ellerimle ezerken. sonra yeni açanlara baktım, güzde olmadığımızı fark ettim yeniden. ama sanki her şey güzü hatırlatıyordu bana, güneşin bile tadı yoktu, bir yağmur haberiydi sanki bütün bunlar.
meğer doğruymuş, nihayetinde dün yağmur yıkadı şehrin tozlu sokaklarını. önce gök gürledi sonra damlalar düşüverdi. yolları ağaçları yıkayıverdi toptan, koca bir şehir ancak bu kadar kolay temizlenebilirdi herhalde. herkes mutluydu yağmurunun yağışına, mahallede çocuklar bağrışıyordu. herkes içerilere kaçıştı, kimisi de ıslanmayı yeğledi.
gece boyunca pıtırtılarını duydum damlaların. bu sabahsa tıpkı bir güz sabahı gibi serindi, güneş bulutların ardında saklı hala.
hoşgeldin yağmur.
Cuma, Ağustos 15, 2008
sınır teli

Çarşamba, Ağustos 06, 2008
tuhaf babalar ve geçinemeyen oğullar
Çarşamba, Temmuz 30, 2008
denize doğru
deniz Antakya' dan ortalama 25 km ötede. biz Asi Nehri' nin açtığı vadide yaşıyoruz ve bu vadi boyunca ilerleyip denize varıyoruz. bu yemyeşil ve geniş vadi bize hem deniz yolunu açıyor çünkü bütün sahil boyunca Amanoslar uzanmış geçit vermiyor, hem de denizden nemi ve bol rüzgarı getiriyor.
bahsettiğim bu sahil dünyanın en uzun 2. sahili ve 14 km boyunca uzanıyor. eski bir antik yerleşim yerine kurulu Çevlik beldesindeki balıkçı limanından başlayıp güneyde Keldağı' na kadar kumsal hakim burada. ayrıca bu sahil caretta carettaların yuvalama yeri. bu yörede en muhteşem anlardan biri de günbatımı. denize giren güneş, kumsal ve Keldağı muhteşem bir manzaranın davetçisi.
şimdiden sabırsızlanıyorum; çünkü denizi, uzun kumsalda doyasıya yürümeyi, deniz kokusunu ve yoğun nemli havayı çok özledim. akşama doğru gidip güneş kremi almalıyım.
Pazartesi, Temmuz 21, 2008
sergüzeşt-i incir

ne mi oldu? 2001 yılında sert bir kış hakim olurken o soğukla gelen, o güne kadar kaydedilmiş en yüksek kar yağdı Antakya' ya: 15 cm. bizler o kar sevinciyle eğlendik durduk o gün, kocaman kardanadam yaptık bahçeye, komşular da geri kalmadı katıldı bize. sadece bir günlük keyifin ardından Akdeniz yumuşak yüzünü bize tekrar gösterdi ve ertesi gün bütün kar eridi. sonra acı gerçekler çıktı gün yüzüne. o kadar karı hayatında göremeyen, narin ve toprağa sıkı tutunamayan bazı ağaçların dalları koptu ya da kökünden söküldü, bunların içinde incir de vardı.
son olarak bahçenin en uç kısmında zeytinlerin arasında sıralanan kalan incirler, bahçe etrafına duvar çekilmesiyle yıkıldı gitti. geriye o güzel akşamüstünde yediğimiz incirlerin zihinlerde anısı kaldı. bizim de komşuların da istifadesi kesildi gitti.
geçenlerde ninesi incir üreticisi arkadaşımla öğlen yemeğinde görüştük. sabah beşte incir toplamak için kalkmak zorunda olduğunu anlattı. diyor ki saat yediye kadar incirlerin toplanıp seçilip tüccara ulaştırılması gerek, yoksa o günkü ürün elinde kalır, ertesi gün o ürünü satın almazlar. üstelik bunca uğraşa emeğe rağmen yılda elimize net bin-bin beşyüz lira kadar geçer.
incir yemek için artık perşembe pazarını beklemeliyim. bolluk yılları geride kaldı bizim için. incire para vereceğimiz günler de gelecekmiş, gelmiş.
Çarşamba, Temmuz 16, 2008
akşamüstü
- bre döl, gel buraya.
döl çocuk demek burada, eskiden kullanılırken şimdilerde pek yaygın değil ve "bre" seslenişi sadece Trakya' ya has değil, burada da herkesin ağzında.hem hep ben çocuklara laf atacak değilim ya, onlar da bana atar lafı. üç tane döl dizilmiş kaldırıma oturuyor.
-abi, senin sol ayağın sağ ayağını takip ediyor.
ben önce çaktırmıyorum, sonra da dönüp gülerek karşılık veriyorum, onlar da gülüyorlar.
-gız ablan gaç puan alık?
adamın biri kıza ablasının öss puanını soruyor, tam türkçesi: kız ablan kaç puan almış?
ufak bir çocuk bir şişe bulmuş kovalıyor, gülümsüyorum. yaşlı amcam da evinin bahçesinin kapısı ardına kadar dayalı köşeye sandalye atmış sokağı dikizliyor. insanlar tıpkı benim gibi bahçelerine tıkılıp kendilerini diğer insanlardan uzak tutmak istemiyor, eğer kabil olsaydı ben de bahçe kapımızın önüne atardım sandalyeyi. maalesef bahçemiz üç tarafındaki sokaklara değil de sakin caddeye bakıyor.
seviyorum capcanlı, yeşil, güzel mahallemi ve insanlarını.
Cumartesi, Temmuz 12, 2008
sarı sıcak yaz







Pazartesi, Temmuz 07, 2008
üzüm
Pazartesi, Haziran 30, 2008
elma

bahçede meyve çok olunca taliplileri de çok olurdu doğal olarak. etrafın çocukları bahçeye dalar meyveleri yürütürlerdi sık sık, bize de kovalamak düşerdi tabii. bir gün yine teşebbüse yeltenirken devredeydik. sonra benim munis çocuk ruhum dayanamadı, bahçeden elma topladım ve gidip çocuklara verdim, o sahneyi hiç unutamıyorum.
bir süre sonra çocuklardan biri yanıma geldi, beni alıp götürmek istedi diğerlerinin yanına, ben ne istediklerini bilmez halde utangaç ve çekingen gittim çocukla ve biz arkadaş olduk hepsiyle. sonraki günler o kadar güzeldi ki ve ben o çocuklarla o kadar mutluydum ki...
Salı, Haziran 24, 2008
düğün zamanı
Antakya’ da yazın tam olarak geldiğini hissetmem için birçok şey var, ben de içimden onları hatıra getirip hangisinin olup hangisinin henüz olmadığını keyifle düşünmeye başladım. Mesela havalar iyice nemlenmeli, haziran biraz kuru ve serin geçer burada; sonra nemli havalar başlar ve sürekli rüzgâr eser. henüz havalar nemlenmedi o kadar. Mahalle efradı yazın sokakta oturur, kimisi kilim serer, kimisi sandalye atar, konu komşu kaynaşır, akşamları sokaklar canlıdır, millet evine tıkılıp da hangi kutuda büyük var diye merak ederek ekrana mıhlanırcasına güzel akşamını öldürmez. Sonra en önemli şey düğünlerdir, çoğu akşam bir yerlerden düğün sesleri yükselir. Düğünler coşmuşsa tam yaz moduna girilmiş demektir, cırcır böcekleri de öter oradan buradan.
Pazartesi, Haziran 16, 2008
çarşı

Fotoğraftaki yer Antakya baharatçılar çarşısı. Asi’ nin karşı tarafında, şehrin dağ tarafına bakan eski yanında diğer çarşılarla kaynaşık bulunur bu çarşı. Kuyumcular ve ayakkabıcılar çarşısına komşudur. Şehrin bu yanına geldiğimde çoğunlukla uğrarım baharatçılara o enfes havasını çekmek için ciğerlerime. Bu çarşıların eskiye bakan hoş bir havası var. Özellikle çarşı içine yayılmış eski taş camiler ve onların bu şehre has minare yapıları arasında buralarda gezmek insana o eski atmosferi ve Anadolu kültürünü hissettirir. girip çıkana kadar ayakkabıcılar, kuyumcular, baharatçılar, bakırcılar, peynirciler, giyimciler çarşılarını sırayla gezersiniz.
Pazarlık olmazsa olmazıdır alışverişin bu diyarda. Altmış liralık ayakkabıyı, eğer iyi biliyorsanız bu işi, otuz beş kırk liraya alırsınız.
İki ana girişi var çarşının: birinden meydan çarşısı diye girilir, diğerinden de uzun çarşı diye. Güzelliklerini anlatmak kafi değil, gelip de görmek lazım bence.
Pazartesi, Haziran 09, 2008
mavi Akdeniz
Nasıl ki Karadeniz deyince insanın aklına yeşil gelir, yağmur gelir, kemençe, tulum gelir; Akdeniz deyince de akla mavi gelir, güneş gelir, palmiyeler gelir. Güneydoğu’dan çıkıp da Osmaniye topraklarına vardığınız zaman önce sarı yeşile döner, sonra hava nemlenir. Artık anlamışız ki Akdeniz’ deyiz. Osmaniye’ de sokakları artık palmiyeler süsler ve bu böylece devam eder gider. Turunçgil ve zeytin bahçeleri yayılır bayırlara, ovalar beyaz gelinciklerle dolar, yani pamuklarla. Denize vardığınızda maviyi olanca güzelliğiyle seyredersiniz, güneş sımsıcak gülümsemesiyle süzülür semada.
Bana Akdeniz ruhunu en iyi hissettiren şey ise palmiyelerdir. Onların her tarafta süzüldüğünü görmek bile yeter Akdeniz’de olduğumu hissetmeye.
Akdeniz’deyken, hele de kendi şehrimdeyken huzurlu hissediyorum kendimi, rahat hissediyorum. Havasını çekmek, toprağına basmak bana mutluluk veriyor, yaşadığımı hissediyorum.
Akdenizim, Çukurovam, Antakyam.
Pazartesi, Haziran 02, 2008
son yaz
Pazartesi, Mayıs 26, 2008
yaz rüyası

güneş erkenden doğar dağların ardından. son serinliktir bu, uzun ve sıcak bir gün olacaktır.
kalkarsın miskinliği bırakıp erkenden, o serinlikte yüzünü yıkarsın bahçedeki çeşmeden.
ev kalabalıktır malum, sülaleden yakınların buluşmuştur. ev sahibi çoktan kalkar ve kahvaltı için hazırlıklara başlar. işçilerden hanımlar leziz taze ekmek pişirir tandırda ya da saçta, kokusu gelir buram buram. iki katlı evin önündeki avluya serilir uzun bir sofra. taze köy peyniri, biber kızartması, kef, katıklı ekmek, kızarmış çökelek, tuzlu yoğurt, domates, zeytin ve sıcak ekmek.
kahvaltı uzun olur, tadına doyum olmaz; çaylar dolup boşalır, yemekten sonra da devam eder. sıcak iyiden iyiye hissettirmeye başlar kendini ama ağaçlar kapatmıştır evin dört bir yanını. kimi işçilerin yanına çalışmaya gider, kimisi kalıp öğlen yemeğine hazırlığa başlar. kimisi de suya yüzmeye gider sıcaktan önce.
herkes öğlen yemeğinde buluşur, yemek biter millet mayışır. hamakları kapan kapar, kapamayan içeri geçer. avlunun bir köşesinden türküler çalar sıcak öğleden sonrasının sessizliğinde. uzaktan kubağaların sesi yankılanır, sineklerin vızıltısı, cırcır böceklerinin çığırtısı duyulur. herkes serinliği beklemektedir.
akşama doğru hoş bir esinti çıkar, tam da çay vaktidir. güzel sohbetler edilir, sonra akşama hazırlık başlar. güneş batmaya yakın suya yüzmeye gidilir, martlıların akşam ziyafeti seyredilir. sandalla akşam sefası yapılır, suda taş sektirilir.
yaz akşamları başkadır, avluda yemek yenir. eğlenceli sohbetler edilir, işçiler de bizimledir. oyunlar oynanır, çoşulur da silah bile sıkılır.
terasa uzun yataklar serilir, kadınlar ve çocuklar birlikte yatar. o yastık muhabbetleri ve kahkaha krizleri ne güzeldir. binlerce yıldızı seyrederek uykuya dalınır.
yazlar ne güzeldir, hele de taşradaysan.
Cumartesi, Mayıs 10, 2008
yeniden
yolları bile özlemişim, giderken fark ettim.
Pazar, Nisan 27, 2008
anı iskeletleri
bir ayrılıktır hep yaşadık, yaşıyoruz ve yaşayacağız da.
şarkılar bize ayrılığı anlattı hep; kitaplar ayrılığı, sonbahar ayrılığı... toprak, yeryüzü, gökyüzü...
bakarkördük hepimiz.
öyle tokatlar yedim ki, kendime geldim; kurtuldum bu körlükten, uyuşmuşluktan. baktım dünyaya, hayatıma, yaşadıklarıma.
bahçesindeki kızılcıkları yediğimiz, kapısını çalıp şeker istediğimiz, dut mevsiminde sevinçle gidip ağaçlarına dadandığımız, büyüklerimiz erişte kesip salça yaparken onlara yardım ettiğimiz, saçta ekmek yaparlarken imrenip bizim de küçük ekmekler açıp pişirip yiyerek mutlu olduğumuz, bulgur yapmak için kazanlarda buğday kaynattığımız, balık tutmaya giderken solucan topladığımız... o güzel insanlar, güzel komşular, o güzel bahçeler.
kimisi hala var o insanların, kimisi de yok. ama yaşadığımız güzel şeylerin hiçbirisi yok artık. güzel anneannem hala aynı mahallede, geriye kalan bir iki eski komşusuyla beraber.
geriye kalan sadece anı iskeletleri.
Salı, Nisan 15, 2008
Adana'nın yolları taştan
Pazar, Nisan 06, 2008
halim vaktim
baharı arzu ettiğim gibi yaşayamamaktan dertlendim.doğru düzgün yağmur görememekten,şimşeklerle yıkanan pencerelerimi seyredememekten muzdaribim.kara bulutlar çöksün, yağmur yağsın günlerce,olmaz mı...kendimi melankolik şarkılara attım böylece.mesela şu şarkı iyi gider:
Salı, Nisan 01, 2008
değişen Ankara
Salı, Mart 25, 2008
Ankara yolcusu
Pazar, Mart 16, 2008
su zeyti
iki yolla saf zeytinyağı elde ederiz Hatay'da: biri fabrikada preslenmiş yol biri de bu yol. fabrikasyon zeytinyağlarından çok farklı şekilde özel bir tadı vardır su zeytinin, bütün doğallığıyla soframızdadır, en halis altın sarısı haliyle. içine emek de girmiştir,onun kattığı lezzet de ihmal edilemeyecek derecededir. zaten marketlerdeki rafine yağlara hiç yanaşmayız biz; zeytinyağının hasından, lezzetinden eser yoktur onlarda.