Pazar, Eylül 12, 2010

güneye iniş

yalçın dağlarıyla ve eşsiz havasıyla güzel Erzurum'u bırakmak, ondan ayrılmak bu sefer beni çok üzdü. sabah erkenden evden çıkıp son kez o güzel havayı ciğerlerime çektim, öteleri seyrettim ve doğanın sesini dinledim. sonra ikibin beş yüz metreden inişimiz başladı ailecek. ta Antakya'ya, sıfır metre denize varana kadar.
erzurum-bingöl yolunda harika bir göl burası. manzarası süper, hele bir de tepelerden birinde bir köy var göle nazır...içim gitti. sabah serinliğindeo köyde ne güzel kahvaltı yapılır. köy ekmeği, taze peynir of of.
doğunun coğrafyası o kadar güzel ki. biz de böyle derin vadilerden ırmakların açtığı yollardan onları takip ede ede ilerledik. erzurumun o yükseklere has çayırlık doğasından sonra bingöle doğru inişimizde bizi yeşilliklerle dolu manzaralar karşıladı. öylesine yeşilki bazı yerler, insan şaşırıyor. çünkü zihinlerde hep doğunun bozkır olduğu olgusu hakim.
burası malatya-gölbaşı yolunda soğuk suyuyla meşhur erkenek beldesinden sonra geliyor. sarp dağları tepeleri olan bir vadiden geçerken bu şirin durakta mola verip dağdan gelen şu mis sudan içtik. taze üzüm ve dut kurusu aldık.
 o kadar şirin bir yerdi ki işte görülüyor. bir sürü taze meyve vardı, incir kurusu falan.
 işte yurdum doğu akdeniz. ona varınca, kokusunu duyunca,dört bir yanına dağılmış sevdiklerimin yakınımda olduğunu hissettikçe içim sımsıcak oluyor.her şey gözümde sevimli, munis, tanıdık. mutluluğum, yaşam sevincim artıyor. yurdum, toprağım,her şeyim.
burası maraş. tipik bir akdeniz görünümü. düzlüklerde sarı sarı başaklar ve yeşil sebzeler,tepelerse tipik makiliklerle dolu. 
 ve sıfır metre. antakyaya varır varmaz biraz dinlenip denize gittim. ne çok özlemişim evimi, mahallemi, dostlarımı.

Perşembe, Eylül 02, 2010

aradığım an

 
dün akşam hayatım boyunca gördüğüm en güzel günbatımını izledim.
geldiğimden beri dağ tepe dolaşıyordum en iyi nerede seyredebilirim diye ama hangi tepeyi aşsam, hangi yamaca tırmansam  arkasında yine yakın dağlar ve tepeler çıkıyordu ve uzun ve görkemli bir günbatımı izleyemiyordum.
bu sefer dağ, tepe tırmanmak yerine gözümü aşağı düzlüklere çevirdim. çünkü bulunduğum bölgede dağlar doğu batı doğrultusunda sıralanıyor ve ben sürekli batıdaki tepeleri aşıyorum, böylece yine karşıma dağ, tepe silsilesi çıkıyor. güneye gidersem belki bi gedik bulabilirim arzusuna kapıldım. ayrıca güneydeki dağ silsilesine günbatımının ışığı çok güzel düşüyor, onları daha yakından resmetmek fikri de eklenince, yaklaşık bir saat önceden yola çıktım.
önce bir köy yolundan epey aşağıya indim, sonra yoldan saptım. kuru otlar çoktu burada, kimi yerler de biçilmişti, temizdi. aradığım bir gedikdi oysa, ama ben öyle beklemediğim bir manzarayla karşılaştım ki burada.
gidebildiğim kadar güneye indim geri dönüş yolunu da hesap ederek. kendime bir kaya buldum ve oturup bu muhteşem anı seyre koyuldum. işte günlerdir aradığım manzara buydu ve bu tahminimin ötesinde bir manzaraydı.
etrafda ses seda yoktu. batıdan esen rüzgarın uzun kurumuş otları süpürürken çıkardığı uğultudan ve sürekli tepemden eksik olmayan küçük sineklerin vızıltısından başka hiçbir şey...tertemiz ve serin bir hava... önümde eşsiz bir günbatımı... huzur...
bitmesin istedim o an...
güneş kaybolduğunda yemeğe yetişmeme oniki dakika vardı. ne kadar istemesem de geri dönmek üzere hareketlendim. yolum uzundu, kimi zaman otlar yoğunlaşıyordu, kimi zaman taşlık yerler, hele bir de dere yatakları yok mu... koşmam gerekiyordu yoksa çok gecikecektim.
eve vardım ama terden sırılsıklam olmuş ve soluk soluğa kalmıştım. bir daha gidebilir miyim bilmiyorum ama o akşamdan sonra buradan gitmeyi hiç istemedim. o kadar güzel bir doğası ve havası varki buranın. üstte çektiğim fotoğraf ifade edemiyor manzaranın muhteşemliğini.

Salı, Ağustos 31, 2010

karanlıkta yolculuk

akşam alacasında yayladaki komşumuzun şirin evi 
günler geçip gidiyor yaylada, gitme vakti de yaklaşıyor. güneyde sıcaklar hala hüküm sürerken ben kuzey anadolunun yükseklerinde tarifi mümkün olmayan güzellikte havası ve doğasıyla tatilimi ve yazımı geçiriyorum. cumaretsi iniş başlıyor sıcak güneye, bir yandan üzülüyorum, bir yandan da sevdiklerime kavuşacağım için seviniyorum.
geldiğim gün yani 18 ağustostan beri yaylada hemen her gece fırtına çıkardı. geçen perşembe günü yağan son sağanaklardan sonra hava açtı ve ısındı, soğuk ve fırtınadan eser kalmadı. o günden beri hava o kadar güzel ki, hususan akşamları bir başka. hiç eve giresim gelmiyor o tatlı serinlikte. son günlerde ay da çıkmaz olunca yıldızlar daha bir yoğun ve parlak gözükmeye başladı.
dün akşam yine serinliğin,yıldızların ve sessizliğin cazibesine kapılıp ev dönerken biraz yolumu uzatayım dedim ve farklı ama daha önce sadece bir kez ve gündüz geçtiğim bir yola girdim. ilerlerken karanlık iyice bastırmaya başladı yolda. yolum uzun,tam olarak da bilmiyorum ve fenerimi de almayı ihmal etmişim. önce geri döneyim dedim ama sonra biraz macera ve adrenalin yaşamak dürtüsüyle yoluma devam etmeye başladım. 
karanlıktan korkmam,hatta hoşlanırım. tek korkum muzır hayvanat ve yolu tam bilmediğim için başıma gelebilecek kazalar. işte bunlardan dolayı korkmaya başladım. önce bir köpek çıktı karşıma ama saf saf bana bakıp durdu, onu atlattım. karanlık ve sessizlik iyice bastırdı, devam eden yol dağa gidiyordu ve kapkaranlıktı. ben sola döndüm, birkaç evi geçtikten sonra baktım karanlık çok fazla, o gece ay ışığı da yok ki, önümü bile göremez oldum, artık ezbere yürüyorum ayağımla yoklaya yoklaya.solumdaki  bir evden insan sesleri gelmeye başlayınca rahatladım, duvarla örülü bahçelerinde evin kapısı önünde çoçuklarla birlikte oturuyorlardı. biraz emniyette hissettim onları görünce ve seslerini işitince ama ilerledikçe yakınımda ev de kalmadı. geri döneyim dedim, iyice korkuyordum artık. ama ayaklarım beni yürüttü dönemedim. en çok korktuğum yer derenin olduğu kısımdı, oradan sola dönmeliydim ama ya seçemezsem, ya dereye düşersem diye endişeleniyordum. karanlıkta ilerlerken derenin zayıf sesini duydum, durup etrafı iyice inceledikten sonra döneceğim yolu buldum çok şükür. sağımda dere yatağı, yol boyunca aşağı doğru inmeye başladım. su getirdiğimiz kaynak yerinin şırıltısını da duyunca, etraf iyiden iyiye ünsiyet peyda etmeye başladı ve korkularım azaldı. evimizi gördüm, emin adımlarla karanlık yolda ilerleyip bu sefer sağa döndüm ve hedefe ulaştım.
küçük ama adrenalin dolu bir macera oldu bana. bu akşam daha emin adımlarla yine o uzun ve karanlık yoldan gideceğim. ama bu sefer keyfini süreceğim gecenin ve serin havanın.

Cuma, Ağustos 27, 2010

gökkuşağı

geldiğimden bu yana yaylaya ilk yağmur geçen salı  günü düştü. o günden beri hava iyiden iyiye serinledi. ama esas soğuk ve fırtına dün çıktı. sabah altı civarında uyandırdı beni gök gürültüsü ve rüzgarın sesi. zaten dört buçukta uyumuştum hem de yarım yamalak; ondan sonra dokuz ona kadar uyuyamadım. iyi bir yağmur yağdı, dağların tepelerin tozu kalktı, rengi değişti. ama iyice soğudu hava, toprak çamur oldu, rüzgarın ardı arkası kesilmedi; o yüzden ben de gezmeye çıkamaz oldum. 

dün iftara doğru yine gökgürültüsü eşliğinde yağmur çöktü, sonra gökkuşağı çıktı. ne kadar zaman olmuştur bilmiyorum gökkuşağı görmeyeli.
gezmeye çıktığım son gün yani çarşamba günü çektim bu iki fotoğrafı. hava ılıktı, önce biraz uzanıp otlara, bulutları seyrettim. sonra tepelere çıkıp bulutlar eşliğindeki akşam manzaralarını seyrettim.

Salı, Ağustos 24, 2010

şehir yolu

cumartesi günü iki saat uykuyla sabahın yedi buçuğunda yola çıktık Erzurum'a doru. vardığımızda saat dokuzu geçiyordu,şehirde tatlı bir serinlik vardı geceden kalma ama yakıcı güneş hakimdi.çarşı sakindi, pek kimse yoktu. önce kısa bir tur, sonra serin bir yerde istirahat. uyumadım tabii ama kafam yerinde değildi oruç halimde. sıcak iyiden iyiye kendini gösterirken tekrar şehir turu, hem de üç saat kadar. mecalim kalmadı sonunda. ama bol bol fotoğraf çektim.şu üstteki fotoğraf Erzurum'un özeti aslında.ön sağda kale surları,ötesinde çifte minareli medrese. şehirden bir görüntü ve arkada da palandöken.
amma da sıcaktı hava, bu suların yanına gittim ama serin falan değildi. arkada Lalapaşa camisi ve tanıyabilirseniz Yakutiye Medresesi gözüküyor.bu fıskiyeli havuzlar da Müceldili Konağı'ndan.
Aziziye parkındaki bu anıt heykelin kabartmaları beni çok etkiledi.
Rüstem Paşa bedesteni oluyor burası.tarihi bir taş bina,restore edilip kuyumculara açılmış. çok estetik bir yer.Erzurumlular buraya taşmağaza diyorlar.

bu da taşmağazanın avlusundaki harika çeşme.yazılar çok hoşuma gitti. avlunun ortasında ağaçlar var, kanepeler var, oturup soluklanmak çok keyifli olur.
sıcakta ve oruç halde yorucu bu geziden sonra yaylamın kıymetini bir kez daha anladım. üçte yola düşüp kendimi eve attım ve iftara kadar uyudum. yaylamız yine serin mi serindi.

Cumartesi, Ağustos 21, 2010

sarı ve sıcak

serin mi serin yayla günlerim harika geiyor diyebilirim. geldiğim günü saymayalım,ertesi günü güzel yaylamızdaki ilk gün öğlen vakti etrafı keşfe çıktım. yılın bu zamanları tepelerde, düzlüklerde tüm otlar kurumuş,  yöre sakinleri tarafından harmanlanmış. kışın eriyen karların ve yaz yağmurlarının akarları pek kalmamış. şimdilerde bal mevsimi yaklaştığı için ahali en çok ballarıyla ve kışa hazırlanmakla geçiriyorlar günlerini.
hava öğlen vakti ılık, akşamları da serin geçiyor. ben tüm gün uzun kol giyiniyorum ama kısa da giyilebilir. geceyarısına doğru fırtına çıkıyor,camlar, pencereler uğulduyor. güneş doğduktan sonra kesiliyor. ama dün akşam şiddetli bir fırtına başladı, şimdi dışarıda aynı şekilde devam ediyor. dışarı çıktım, hava epey serinlemiş, üşüttü beni. o kadar sert esiyor ki bir ara yürümekte zorlandım. serin olsa gerek yaylanın sekeneleri de pek ortalıkta gözükmüyor. çıkarken bizim komşuya rastladım, o da şehre inmiş sanırım, arabayla patates çuvalı getirmiş, evine çıkarıyordu. Pasinler civarında bol tarlalar var, Ağrı yolu boyunca böyle taze mahsul patates vs satıyorlar.
dün akşama doğru tepelere çıktım, günbatımını izlemek için. gittiğim yerde tepeler çok olduğundan iyi bir günbatımı izleyemedim. değişik taraflara gidip en iyi batımı bulmam lazım.
şu uzaktaki dağlara doğru batsa harika bir manzara olacak ama bu tarafa batması için ancak Ekim ayını beklemek lazım tahmin ediyorum.dün bir tahmin yaptım, nereden açık bir günbatımı seyredebilirim diye. bu batı tafındaki tepelerden mümkün olmadığında karar kıldım. kuzeye gitsem hem o tepe çok yüksek, hem de hiç gitmediğim için bilmiyorum. üstelik gitsem bile bu sefer iftara yetişemem. dur bakalım, bir yol bulacağız inşallah.

Perşembe, Ağustos 19, 2010

bulutların üstünde

uçakta bulutların üstünde uçarken
hey gidi hey... amma çok olmuş yazmayalı. son gönderim açıklıyor aslında bu halimin sebebini. şimdilerde rahatım, kalmadı o yoğunluk. planlar değişti, işler değişti. ne çok şey değişti bu kısa sürede. ne ala canım, sevmem öyle tektüzeliği.
artık daha çok başkaları ne istiyorsa onu yapmak zorunda kalmak değil de canım neyi nasıl istiyorsa öyle yapmak moduna geçtim. yine sorumluluklarım var ama bu bana kalan sorumluluklar zaten benim istediğim rotada. Gaziantep' te üçüncü yılıma ulaşırken nihayet ulaşmak istediğim bu noktaya geldim. şimdi kendi kişisel kariyerimi çizmek yolunda ilerleyeceğim ve o rotada sorumluluk alacağım. kafamda bu üç yılda tasarlayıp hep ertelemek zorunda kaldığım şeyleri inşallah gerçekleştireceğim.
şimdi her şeyi bırakıp yine yaylaya geldim dün. Antep'teki muazzam sıcakta oruç da çok zor, işlerimi yürütmek de. bunun için en iyi çözüm yaylaya gelmekti. sabah yedi uçağıyla vardım Erzurum'a. burası da sıcaktı yahu,güneş iyice yakıyordu ama annem yaylaya evvelden gitmişti, onun yaylanın ne kadar serin olduğu yönündeki söylemleri beni rahatlatıyordu. nitekim öyle de oldu,yaylaya varıp arabadan iner inmez buram buram esen serin rüzgar ve mis hava beni mest etti.
oruç münasebetiyle fazla doğa yürüyüşü yapamayacağım ama her akşam gün batımını seyretmek için tepelere çıkmayı planlıyorum. ayrıca bol bol gökyüzünü gözlemleyebileceğim. mesela yarın akşam ülker yıldıztakımını (ya da diğer adlarıyla süreyya yıldıztakımı ya da pervin yıldıztakımı) seyre çıkacağım. bu akşam niyetleniyordum ama ancak yarın görebileceğim bilgisini aldım.

Perşembe, Haziran 10, 2010

çalışınca güzel

bir gün gelecek, hayatımın ne buraya yazı yazacak, ne maillerime bakacak, ne de merak edip,öğrenmem gerektiğini düşünüp sürekli not tuttuğum başlıkları araştırmaya fırsat bulamayacak kadar yoğun geçecek bir safhası olacağını hayal etmemiştim. hatta seyahat planları yapıp iptal edecek kadar ve Antakya'daki annemi görmeye gidecek bir fırsat bile bulamayacak kadar.(sonunda dayanamadı kendisi geldi beni görmeye.) çok okumak istediğim bir kitabı yarım bırakmak zorunda kalacak kadar ve günümün her dakikasını planlayıp boş geçirmemeye gayret edecek kadar...
bunlar şikayet değil asla. yapmak istediğim ama yapamadığım şeyler üzebiliyor beni elbette ama bunların olması son derece olağan şeyler ve beni düşündürmüyor. bu istekler zaten bitmez ki. evet şükürler olsun bu yoğunluk,bu çalışma temposu beni çok mutlu ediyor. fıtratımda var çalışma aşkı, onu işletiyorum. aksini yapsam bin sıkıntı çekerim, rahat edemem bunu çok iyi biliyorum.
hayat çalışınca güzel. tenbellikte rahat yok, zahmet var. bunu her insan az çok anlar ama malesef insanların ruhlarına yapışmış, ondan kurtulamıyorlar. işini sevmeyen ve bunu bahane eden insanın hiç konuşmaya hakkı yok. çünkü kendi eliyle gafletin içine düşmüş, öyleyse kimden kime şikayet ediyor?

Cumartesi, Mayıs 01, 2010

durma

yağmur her geciktirişinde kendini, içimde bir şeyler birikiyor beni hep rahatsız eden. bu birikinti, taş gibi oturuyor sanki yüreğime. ne zaman yetişse imdada, yağdıkça eritiyor içimdeki o taşı. bugünlerde de böyleyim işte. bereketli yağmurlar yağıyor şehre, yağdıkça temizliyor içimi. durma yağmur diyorum, dua ediyorum. yaz gelecek, uzun süre uğramayacaksın belki, temizle içimi öyle git diyorum.

Salı, Nisan 20, 2010

kaldığım yerden

amma da uzun bir ara olmuş bu. hiç böyle yapmamıştım ben. ne garip bir dönemden geçiyorum böyle. bu yılın başında başlayan karışık ve zor dönemim beni tarifi zor yerlere getirdi, madden ve manen. öylesine gariptir ki bir devrin kapanması ve yenisinin açılması gibi bir şey. iyi mi yoksa kötü mü diye soracak olsam büyük bir sevinçle derim ki iyi bir şey. evet iyi şeyler oluyor, hem de o kadar iyi şeyler oluyor ki... ama her şeyin bir bedeli vardır derler ya, o bedel ise peşin peşin ödeniyor her gün. evet zor, belki de çok zor bir dönem benim için ama neticeler gösteriyor ki bu bir nimet benim için. bahara ulaşmak için sert bir kışı atlatmanız gerekir ya, işte öyle bir şey.
şükür o sert kışı atlattım ben, şimdi baharı yaşıyorum ve meyvelerimi toplamaya başladım.

Perşembe, Şubat 11, 2010

son erzurum günleri

kaldığım yedi günün altısında kar hep yağdı. göğün mavi yüzü açığa çıktığında ben de cesaret bulup daha uzaklara gittim. bu yol bir köy yolu,eğer köy görünseydi yürüyecektim ama o karşı tepelerin ardındaymış, haritadan öğrendim.


çektiğim en güzel fotolardan biri diye düşünüyorum. baktıkça içim açılıyor.
saf ve tertemiz. bu manzaralara bakmaya doyamıyorum.

yola çıktığım günün sabahı çok boğuk bir hava hakimdi yaylada. ülke karla boğuşmaya başlarken buralara henüz dehşetli kış ulaşmamıştı. ben bu soğuk dalgası gelmeden buradan gitmeliyim diye düşündüm. o sabah tarif edemeyeceğim bir kasvet, gelen fırtınayı haber veriyordu. kar başlamıştı ve hava soğuktu.sabah erken yola çıktım, yayladan uzaklaştık, dağların arasında tipi başlamıştı.ben bu manzaraya doyamıyordum.


Pasinler ovasına indik, kar yoktu burada. ben ise karşıki karlı dağların ötelerinden geldim.
Erzurum'da kar yeni başlıyordu. uçak epey gecikti çünkü İstanbul'da kar fırtınası vardı. Atatürk havalimanında iki saat gecikmeli olarak kalktı uçak. bunun bir saati uçağın içinde geçti,bir türlü havalanamıyordu. nihayetinde vardım Antakya'ya.

uçaktan indiğimde karlı ve kuru havadan sonra, Antakya'nın nemli ve ılık havası bana oldukça farklı geldi. buralar günlerdir bereketli yağmurlarla yıkanmış. nergisler de bu sene erken çıkmış bizim bahçede.

evimde üç gün kalabildim. haber aldım, Erzurum'a benden sonra çetin bir kar yağmış, tam zamanında dönmüşüm. özledim o tertemiz havayı. imkan buldukça her kış gitmeye de kararlıyım. 




Perşembe, Şubat 04, 2010

sıkkın

bu kış, bahara erken ulaşsak... çabucak gelse çatsa. zaten pek kış olmadı, umudum var erkenden geleceğine. aralık ayında üç tane saksıya üç ayrı sümbül dikmiş ve balkona koymuştum. biri benim oldu, diğer ikisi de çok sevdiğim iki arkadaşımın. saksının üstüne isimlerimizin baş harfini yazdık karışmasın diye. geçenlerde bir tanesi çıkmıştı, ne çok sevindik görünce. 
şimdi Antep'teyim. İstanbul'da kar fırtınası olduğu zaman ben de uçakla Antakya'ya dönüyordum. üç gün kaldım, köye gidecekken ve orada beni beklerlerken ben apar topar Antep'e dönmek zorunda kaldım. içime çok oturdu gidememek. 
sonra buradaki karışık durumla başa çıkmak zorundaydım. ruh halim iyi değildi. ayrılmak istediğim bir görevimden beni ayırmak istemediler, çünkü başarıyla yürütüyordum işi. hani şu bütçe idaresi ve her hafta yapılan sıkıcı toplantılar. belki başarılıyım, yetenekliyim ama istemiyordum, hala da istemiyorum ama ikna ettiler.
proje iyi gidiyor gitmesine ama öte yandan ben kendi şahsıma ait çalışmalarım noktasında başarısız oldum ve bu beni sarstı. şimdi tamamen bu iki işe yoğunlaşacağım. 
sıkkın ve melankoliğim şu son on beş günden beri. güçlü bir insanım şükür, öyle salıverdiğim yok kendimi. her şey üst üste geldi, şu geçtiğimiz ocak ayı bana beklenmedik sürprizler getirdi. umarım her şey yoluna girecek. yol haritamı çizdim, harekete geçmek için bekliyorum.
ah bu kış erken bitse...  

Çarşamba, Ocak 20, 2010

yol


çektiğim en güzel fotoğraflardan biri olarak addediyorum bunu. karla kaplı ıssız bir yol, beyaz bulutlar ve o bulutların arasından yarılmış ufkun eşsiz güzelliği.
bugün yoğun yağan kara soğuk bir rüzgar da eşlik ediyordu. öyle ki yürümek çok zordu. savrulan karlardan önüme bakamıyordum. yüzüm buz gibi, ayaklarım kara batmış... taze yağan karın altında önceki donmuş kar olunca, hele de buzlaşmışsa gelin görün siz çabamı. henüz düşmedim ama tehlikeli durumlar düşmeden de hasıl olabiliyor, bir yerlerim incinecek diye korkuyorum. dün karşıki tepeye tırmanma girişiminde bulundum ama yarısına vardım varmadım ki geri dönmek zorunda kaldım. boğazım dondu, uyuştu, karda tırmanmak beni feci yordu. kendimi eve zor attım.
kar ilaç gibi. bazen zihnim yoruluyor ya da gözlerim ağrıyor. hemen dışarı çıkıyorum, soğuk ve tertemiz kar havası öyle iyi geliyor ki anlatamam. derin derin içime çekiyorum bu havayı, nerede bulabilirim ki başka. bir de tertemiz karı alıp yüzümü ova ova yıkıyorum, tamamdır. ne hastalığı,vız gelir bu havada.
beyazdan başka bir şey olmayan bu yaylada, oturup bu tertemiz havada dinlemek sesizliği...harika.

Salı, Ocak 19, 2010

bu sabah


yoğun bir kar yağışıyla uyandım bu sabah.öyle ki bizim evin arkasındaki tepe büsbütün kayboldu. fotoğraftaki bulanıklık da bunun ispatı. hani şu kara batmış iki kulübecik de olmasa bir şey görünmeyecek.
kalktığımda saat sekizdi. sobaydı şuydu buydu derken kahvaltıya oturdum. menüde zeytin, beyaz ve kaşar peynir, bal ve anacığımın halis kızılcık reçeli vardı.şimdi de sıcacık çayımı aldım, Fahir Atakoğlu piyanoya o harika dokunuşlarıyla bana eşlik ediyor. birazdan dışarı çıkmalıyım, bu harika yğan karda dolaşmak güzel olacak. hoş pek dolaşacak yer yok, çünkü yoldan başka bir yere gidemiyorum, yerde çok fazla kar var, en son su getirmeye gittiğimde dizimi geçiyordu, o günden beri yağan karları da hesap edersek siz düşünün artık. ama belki bugün cesaret ederim, bilmiyorum.
dün çok güzel bir şey oldu. ben yine hava almaya çıkmıştım ki kavruk tenli on yaşlarında  sevimli bir oğlan kızakla hafif yokuşta bir çuval yükü çekiyordu. ben arkadan yaklaşırken seyrettim, var gücüyle çekmeye çalışıyor, biraz sonra yoruluyor ve soluklanıyordu. ona yaklaştım ve "yardım edeyim mi sana?" dedim. alçakgönüllülükle reddetti ama ben " ağıra benziyor ver bakayım bi." deyince ipi elime verdi, kendisi de arkasına geçti birlikte çekmeye başladık. o an ne kadar mutluydum bilemezsiniz. canım çıkana kadar ona yardım etmeye hazırdım.
şimdi sobanın içinden uğultulu sesler geliyor, dışarıdaki rüzgarın sesi bu. çok rahatım burada. bu yaylada, yaklaşık 2600 metrede.şehrin karmaşası, gürültüsü yok. bazen yürürken duruyor, sessizliği dinliyorum. bir kuş sesi bile gelmiyor. akşam pencereyi açıp dinliyorum, sessizlik beni ürkütüyor. birkaç su şıpırtısı o kadar.

Cumartesi, Ocak 16, 2010

bembeyaz


kaldığımız evin hemen arkasındaki tepe
sabah erken kalkarım demiştim ama dünün yorgunluğu beni dokuz buçuğa kadar uyuttu. kendime geldiğimde yataktan heyecanla fırlayıp pencerenin perdesini bütünüyle açtım ve manzarayı seyre koyuldum. kar yağmıyordu ama hava kapalıydı. dışarı çıktım ama eldiven giymedim,külahımı (bere) da giymedim, sadece atkıyı sardım. hiç de iyi etmemişim ama. hava soğuktu çünkü, ellerim üşüdü.şöyle bir dağ havası çektim ciğerlerime. eve döndüm, kahvaltımızı yaptık. sonra pencereden manzarayı seyredip Radiohead'in içimi hoş eden şarkısıyla çayımı yudumladım.

öğlen vakitlerinde kar yağmaya başladı. biz de bu esnada dışarı çıktık çünkü suyumuz bitmişti. istikamet dağdan gelen su kaynağıydı ama işimiz hakikaten zordu.ayağımızdaki bota güvendik tabii ama bir şeyi hesap edemedim o da şu ki karlar üstten ayakkabıma giriyordu böylece vücut ısımla eriyerek hem ıslatıyor hem de üşütüyordu. fakat ne çare gidiyorduk. kar boyu dizimi geçiyordu ve yürümek zordu. sonra bir akıl dedim "yahu ben niye önden gidiyorum ki? zaten yolu da bilmiyorum a şaşkın geriden gitsene, yol bir nebze açılır sen de takip edersin." böylece bu parlak fikirle arkadan gelmeye başladım ve bir nebze hazır batmış ayak çukurlarına basarak ilerledim yandaki fotoğrafta görüldüğü üzere.
bir yandan kar yağarken ben öte yandan temiz havayı içime çekip etrafı seyrediyordum. gerçi kar yağarken ve her yer bembeyazken etrafta bir şey görünmüyordu. sanki etraf tek vücut olmuş gibiydi, ancak hava açarsa ayırt edilebilirdi. bazen karşıda tepe olduğunu bildiğim halde onu göremiyordum. buna da şahidim en üstteki fotoğraftır. ama bu tepe bize yakın olduğu için ayırt etmek kolaydı.
hasılı, selametle eve geri döndük. bir müddet sonra yine çıktık ama bu sefer yolu takip ederek yürüdük. şimdi de sıkışıp kayganlaşmış zeminde ayakta durma mücadelesi veriyorduk. ama kaç kez düşeyazdım, günü selametle kapattım.
bugün böyle geçti, yarın Palandöken' e yolcuyuz sabahın köründe. yollar ne alemde bilmiyorum ama mutlaka açıktır diye düşünüyorum.kayarken  bir tarafımı kırmadan akşama varabilirsem ne ala.

Cuma, Ocak 15, 2010

ilk gün


şehrin az dışından Palandöken manzarası
yağmurlu ve karanlık bir sabaha uyandım Antep'te. bavulumu kaptığım gibi havaalanına attım kendimi. ilk defa olduğu için acemice ve etrafımdaki insanların ne yaptıklarını anlamaya çalışarak hareket ettim.
kemerleri bağlayın kalkıyoruz dediler, firmanın dergisini incelerken bir de ikram yaptılar.ben daha bir şey anlamadan kemerlerinizi bağlayın iniyoruz dediler. işte uçak böyle bir şeymiş. tepeden bol bulut manzarası seyrettim, bazen aralıklardan karlı dağ manzaraları göründü ama Erzurum'a iniş anı çok güzeldi.
hava çok da soğuk değildi şehirde.kar yağışı yoktu ve ucundan kenarından da eriyordu.şehir her zamanki gibi yoğundu,mekanlar ise tıklım tıklım.
akşam beş gibi yayla yoluna çıktık, ben bir saat kadar uyumuşum. uyandığımda tırmanışa geçmiştik. virajlar arttı ve bir süre sonra kar başladı. biz ilerledikçe hızını arttırıyordu, sonra tipiye dönüştü. ortalama elli km hızla gidiyorduk,bir ara tipiden önümüzü dahi göremez olmuştuk. kar temizleme ekiplerine rastladık, yolları açıyorlardı.acaba yaylada da tipi var mı diye düşünürken yakşaltıkça yağış azaldı. arabadan indik, kar sakin sakin yağıyordu ve hava muhteşemdi. düşmemeye dikkat ederek elimizde yükümüzle eve vardık.
yarın erken kalkmalıyım,gündüzler kısa. Palandöken'e sanırım pazar günü gideceğiz,yarını dinlenerek geçirmeyi kararlaştırdık.Ağrı'ya da uğramak planım var ama henüz net değil.
sabahı iple çekiyorum.

Çarşamba, Ocak 13, 2010

yolcu

Cuma sabahı yolcuyum. dağ havası ve beyaz karlar, hatta açık gökyüzünde sürüyle yıldızlar beni bekleyin... geliyorum.