Çarşamba, Kasım 30, 2005

kış

güzel bir tatil sabahı.
kalktınız yataktan, pencereye yöneldiniz. dışarının manzarası hiç de iç açıcı değil. kapalı bir hava, ıslak sokaklar, montlarını giymiş insanlar, kendi halinde akıp giden tek tük arabalar. insanlardan birinin yüzüne baktığınızda anlarsınız havanın ne kadar soğuk olduğunu. öyle ki mumya gibiler: ayakta koca bir bot, üstte kalın bir mont, atkı, bere ve eldivenler. öyle sarınmışlar ki kafalarını çeviremiyorlar, vücutları kafalarıyla birlikte dönüyor.
belki onlar kadar olmasa da siz de alıyorsunuz giyeceklerinizi, doğru bakkala. sıcak bir ekmek ve günün gazetesiyle birlikte eve döndüğünüzde ocağa koyduğunuz çay suyu kaynamış bile. hemen güzel bir kahvaltı sofrası kuruyorsunuz, hem de pencerenin kenarına. karşınızda televizyon, sıcacık odanızda kahvaltı yapıyorsunuz dışarıdakilere nispet yaparcasına. kahvaltıdan sonra elinizda gazete, yanınızda sıcak çay,kuruluyorsunuz her zamanki köşenize. başlasın gazete keyfi.
o da mı bitti; olsun yapacak o kadar çok şey var ki. sarıp sarmalanıyorsunuz siz de mumya gibi, kendinizi sokağa atıyorsunuz. soğuk mu var;" a, öyle mi? farkında bile değilim!" dercesine yürüyorsunuz kaldırımlarda. belki sıcak bir kafede buluyorsunuz kendinizi hoş bir sohbet eşliğinde. artık bilmem, Kızılay'a mı bakıyor oturduğunuz yer, boğaza mı...manzara da güzel, sohbet de güzel; mekanda sıcak, kahveleriniz de. daha ne olsun?
ya da sinemada güzel bir film izlenmeyi bekliyordur. belki güzel bir tiyatro oyunu içinizi ısıtacak. belki bir sergi ya da bir konser.
her türlü olumsuzluğa rağmen kışı yaşamak da güzelmiş, öyle değil mi? bizi kapalı mekanlara tıksa da sıcak bir kahve keyfi gibisi var mıdır bu dünyada? hele bir de dışarıda kar yağıyorsa...

Perşembe, Kasım 03, 2005

savaşın çocukları

kendilerini birdenbire sebebini anlayamadan bir çatışmanın merkezinde bulan bir çocuğu hayal edin. belki de gürültünün sebebini anlamayacaktır, eğer biz ona hissettirmezsek. sanacaktır ki dışarıda şenlik var, insanlar eğleniyor, havai fişekler birbiri ardınca patlıyor. başlayacak kendini kaptırmaya, kendisi de bu cümbüşe ortak olmaya. ev içinde sevinçle hoplayıp zıplayacak, gülücükler, kahkahalar atacak. aslında bilmeyecek dışarıda olup bitenlerin gerçekliğini. ta ki gerçek söylenip her şey anlaşılana kadar.

ya da başından bilecek her şeyi: aslında bu gürültünün şenlik olmadığını, tam tersi acıyı, korkuyu, mutsuzluğu anlattığını. bilse de gerçekleri, unutacak, fazla düşünmeyecek, sadece kötü bir şey olduğunu bilecek. yine böyle unuttuğu bir akşam dışarıdan gürültüler gelmeye başlayacak, aile efradı ayaklanacak, telaşla toplanıp güvenli bir yere sığınacak ve dışarıda kopan kıyameti dinleyecek; ta ki etraf sükunet buluncaya dek. çocuk, anlayacak bir şeylerin ters gittiğini. içini büyük bir korku saracak; korku, içinde bir yerlerde sesini duyamadğı bir çığlığa dönüşecek ve o çığlık gözyaşlarına vuracak, içten bir ağlama sesiyle açığa çıkacak. ne olduğunu, nereden geldiğini bilmediği bir çığlık, ardından gözyaşları ve hıçkırıklar.

yıllar geçecek, o kötü günler geride kalacak; ama yaşananların hissiyatı ruhundan, acısı kalbinden silinmeyecek. çıkan her savaşta çocukları düşünecek, yaşadığı sıkıntıları bir bir kendisi de yaşayacak, ve el açıp dua edecek onlara, gözü yaşlı korkudan titreyen çocuklara. bilecek ki o çocuğu anlamak savaşı anlamaktır.

anlıyorum demek, anlamaya yetmez. anlamak için yaşamak gerekir.
umarım hiç kimse anlayamaz.
umarım...