Pazartesi, Ağustos 28, 2006

gün batımı ve hayatın güzelliği

Ovanın ortasında gidiyoruz, sağımda ve solumda alabildiğine uzanan tarlalar, önümde kıvrıla kıvrıla ilerleyen tali yol. Eski bir Mercedes’ in içindeyim, teypte kıvrak bir melodi, uzaklarda batmaya hazırlanan güneş. Her şeyi unutup bu muazzam anın keyfini çıkarmaya başlıyorum, melodi ne olsa, bu güzelliğe uygun giderdi diye düşünüyorum.Biz yol boyu ilerledikçe güneşin battığı yerdeki dağın yüksekliği artıyor, güneş daha da kayboluyor, bu erken kayboluş beni biraz telaşlandırıyor, bu muazzam anın hemen bitmesini istemiyorum. Aklıma hiçbir şey gelmesin istiyorum, sadece güneş, dağ, ova ve müzik.
An bitiyor, düşünüyorum da, artık eski Mercedes’leri ne kadar çok seviyorum.

Gece yarısına doğru hava almaya çıkıyoruz, asfalt yolda aylak aylak dolaşarak konuşup gülüşüyoruz. Gece sessiz, ova sessiz. Bu sessizliği, devriye gezen jandarma arabası bozuyor. Sonra da aklımda yıllar öncesi beliriyor.
Bundan yaklaşık on yıl öncesi, yer Van’ ın bir ilçesi. Minik odada güzel güzel oturmuş televizyon izlerken top atışı başlıyor, ardından silahlar patlıyor. Bir çatışmanın tam da ortasında kalıyoruz. Apar topar güvenli bir yere sığınıyoruz ve kımıldamıyoruz hiçbir yere. Uzaktaki pencereden havada uçuşan izli mermileri görebiliyorum.
Ve korkudan ağlamaya başlıyorum. Çocuğum daha, orta okula gidiyorum.
Her şey bittiğinde odamıza dönüyor, büyük ihtimal ışığı hiç yakmıyor ve hemen yatıyoruz. Sabaha kadar da top sesleri hiç dinmiyor.
Öyle ovanın ortasında, sessizliğin içinde görünce askerleri, aklıma bunlar geliyor işte. O kötü günlerin korkusunu tekrar kalbimde hissediyorum.

Sabah oluyor, yine doluşuyoruz arabaya, muazzam bir sıcak. Hiç şikayet etmiyorum; çünkü denize gidiyoruz. Mavi deniz Akdeniz’ e. Orada da bütün aylaklığımızla yüzüyor, geziyor, eğleniyoruz.
Sonra içimizden biri diyor “hayat ne güzel yahu!” , katılıyorum ona ”tabii ya, güzel olmaz mı!”

Pazar, Ağustos 20, 2006

Eylül'ün ayak izleri

Boğucu bir hava günlerdir yakamıza yapışmış bırakmıyor bizi. Hava çok sıcak ve nemli. İki akşamdır bahçeye çıkıyorum, şimşek çakıyor bir yerlerde ama ne yağmur var ne de çisenti. Bugün de hava bir ara kapattı ama hiç yağmur yağmadı. Anlaşılan Eylül’ün ayak izleri kendini yavaş yavaş gün yüzüne çıkartmaya başladı. Şimdi dört gözle gelmesini ve yağmurun başlamasını, bir gün bile olsa havanın serinlemesini bekliyoruz. Ondan sonrası malum. Yok öyle düşündüğünüz gibi değil, tam tersi ardında sıcağı saklıyor Eylül. Biz öyle serin havaları ancak Ekim geldiğinde göreceğiz; çünkü daha biber sıcakları var sırada, bu yöreye has sıcaklar.
Biberlerin kurutulup çekildiği, salçaların yapıldığı, narların sıkılıp ekşi yapıldığı, turşuluk Arnavut biberlerinin pazarlarda boy gösterdiği Eylül ayı.
Bu sene o kadar çok üzüm verdi ki asma ağacımız, biz bile hayret ettik. Madem bu kadar çok dedik, bari sıkıp kaynatalım bir güzel ekşi yapalım. Sonra salatalara ve birtakım yemeklere katarız diye düşündük. Epey uğraştırdı bizi ama sonunda leziz bir şey çıktı ortaya. Salataya kattık, enfes oldu. Üstelik daha bir sürü üzüm kaldı dalda, hepsini bitiremeyiz zaten, dağıtacağız konu komşuya.
İncir bu sene yiyemedik çünkü bahçemizin duvarlarını yenilerken sökülmek zorunda kalındı. Ah ne güzeldi bizim incirlerimiz, her gün bir poşet dolusu verirdi, yine komşulara dağıtırdık çoğunu. Pazardan almaya mahkumuz artık.
Serinliğe ve yağmurlara daha bir buçuk aydan fazla var, biz yine sıcaklarla boğuşmaya devam edeceğiz anlaşılan. Çakan iki tane şimşeğe kanmayız biz, unutalım daha bir süre yağmuru çamuru.
Kalsın böyle sıcaklar, nasıl olsa gelecek kış.

Perşembe, Ağustos 17, 2006

geri dönüş

evet, işte geldim yine buradayım. bilgisayarımı ve evimi çok özlemişim. oturdum başına epey bir kalkmaya niyetim de yok.
dün akşam geri döndük Antakya'ya. duş aldım, yemek yedim, kapı pencere ne varsa hepsini dayaladım ve kendimi yatağa attım. sekiz saat yolculuk az değil tabii, insan oturup da yoruluyor, ne enteresan.
tatilim çok iyi geçti, tek sorun sıcaklardı. ilk gittiğimiz günler havalar gayet güzeldi, hatta ben pek şaşırdım bu duruma. bazı sabahlar kalkıp balkona çıktığımda harika bir serinlik oluyordu ama fazla uzun sürmedi. sıcaklar bastırdı, hem de bir daha gitmemek üzere. öğlen dışarı çıkabiliyorken eski havalara aklım gitti bir gün, çıktım ve pişman oldum, ondan sonra da kimse beni zorlamadıkça adımımı atmadım oraya buraya. saat altıdan sonra çarşı pazar insan kaynıyordu. biz boyuna su içiyorduk, susamadığımız halde. suydu, kolaydı, karpuzdu derken mideyi de üşütmedik mi bir güzel! bir gün boyunca inim inim inledim, doktorun sayesinde(?) üç gün boyunca yayla çorbası içmek zorunda kaldım. bunlar dışında her şey güzeldi. balığa bile gittik, üstelik sekiz dokuz tane tuttuk. olta ile değil, ağ ile tuttuk balıkları ama öyle büyük ağ değil, bizimki küçük basit ağlardandı ama çok işe yarıyor tavsiye ederim.
neticede tatil sona erdi. en çok da yatağımı ve arkadaşlarımı özlemişim, bugün onlarlaydım bütün gün. daha görüşemediklerim de var, hatta komşu bloglara da uğramam lazım, en iyisi bu yazı burada bitsin.