nihayet taşındım yeni evime, hiç sevmediğim bir şey de ev taşımaktır. ama bu artık gerekliydi, çok da iyi oldu. yeni evim üniversite mahalinde şehirden uzak sakin ve yeni bir mahallede. bu sefer dördüncü katta geniş bir evdeyim. evim sabah, öğle ve akşam güneşini alıyor, yani oldukça aydınlık. eski evim şehir merkezinde apartmanların iç içe geçmiş olduğu bir yerdeydi ve arka odalar yeterince ışık almıyordu ki ben bundan hiç hoşlanmazdım. bu durum sabah uyanmamı da zorlaştırıyordu. yeni evimin yanı kocaman boş arazi, ötelerde apartmanlar uzanıyor yine, apartmanların arkasında da üniversite ve hayvanat bahçesinin ormanı gözüküyor. en azından ötelere bakınca biraz olsun teselli bulabiliyorum.
insanları hiç bir zaman anlayamadım. öyle bir hayat yaşıyorlar ki hiçbir şeyin farkında değiller. evlerine girdikleri zaman dünyaları evin içinden başka bir şey olmuyor. halbuki pencerenin dışında bir dünya var sürekli değişen. ben evimdeyken pencerenin karşısına oturup yağmuru seyredebilmeliyim ya da sabah kalkıp pencereyi açtığımda içimi açan bir manzara görebilmeli, mis gibi havayı çekebilmeliyim ciğerlerime. sokağa çıktığımda selamlaşacak birileri olmalı mahallede, bir sıcaklık olmalı orada, bir samimiyet olmalı.
ama birçok insan bunları hiç düşünmeden, fark etmeden yaşıyor, evlerine tıkılıp perdelerini çekiyor ve televizyonlarının karşısına diziliyor. hayır hayat bu kadar sıradan değil, ben hayatı yaşamalıyım. yağmur yağınca sesini dinlemeliyim, gökte geçen bulutları seyredebilmeliyim, ılık bahar havasını hissetmeliyim.
hayat budur, böyle ne kadar da güzeldir. etrafımızdaki güzellikler bizim içindir, onlara nasıl yabancı kalabiliyorlar, beton yığınlarının arasında sıkılmadan nasıl da yaşayabiliyorlar, anlamıyorum. anlamak da istemiyorum.