Pazar, Temmuz 16, 2006

tatile giden yol sekiz saat

sıcak bir öğlen vaktindeyiz, güneş şualarını yeryüzüne cömertçe salıveriyor, denizden topladığı nemi yük edip dağları tepeleri dolaşarak vadideki şehrimize inen rüzgar ürkütücü uğultusuyla tozu dumana katıyor, insanı bazen çileden çıkartacak hatta küfrettirecek kadar şiddetli esiyor.
bugün Pazar malum, caddeler ve sokaklar sıcaktan kavruluyor, millet ya çoktan yazlığına gitmiş ya da pazardan pazara yirmi beş km ötedeki güzelim sahillere iniyor. bense evdeyim, radyo n101’i dinliyorum. dışarı çıkmaya yürek isteyecek bir sıcak varken yapabileceğim bir şey yok doğal olarak. ya kitap okuyacağım, ya oyun oynayacağım ya da tv izleyeceğim, ta ki saatin akrebi altıyı gösterip de sokağa çıkma vizesi verilinceye kadar.
dün itibariyle tatile gidecekken çıkan bir iki aksilik sonucu hala buralardayız. gitmeden önce yapmam gereken bir iki iş de varken hala tembellik edip yapmıyorum. mektup yazmam gerek mesela. geçen hafta Litvanyalı mektup arkadaşımdan gelen mektuba cevap vermem gerekiyor gitmeden önce. ismi Migle ve yirmi üç yaşında, ismi nasıl okunuyor bilmiyorum ama ben yazıldığı gibi okuyorum, öyledir herhalde.yaklaşık dört yıldır yazışıyoruz. her zaman yaptığım gibi mektubu yazdım, mektup kağıdı ve zarfı da aldım ama bir zahmet buyurup da postalayamıyorum.
onun yerine gazetenin pazar ekini okuyor, bol bol müzik dinliyorum. tatilde de gündüz sıcağında yapacağım şeyler bu ve benzeri şeyler işte. burada 32-33 dereceyle boğuşurken orada 37-38’ lerle uğraşacağımdan, burada zorunlu bir şekilde bazen gündüzleri dışarı çıksam da orada bu ihtimal sıfıra inecek gibi. ancak akşamlar ve geceler bizimdir dostlar, emin olabilirsiniz.
evet gidiyorum ve yaklaşık olarak bir ay yokum. herkese iyi bir tatil ve ferah bir yaz diliyorum.
görüşmek üzere.

Salı, Temmuz 11, 2006

inek ve civciv karışımı teraneler

geçen güz, ismi lazım değil, bir ders vardı, vizesi yaklaşınca bizim eteklerimiz tutuşmuştu tabii. eh bir de birinci sınıf olunca hoca nasıl sorar, ne eder bilemediğimizden hemen bizim pek değerli arkadaşlarımız –ben de dahil- eskilerden ne koparırlarsa bilgi getirdiler önümüze. efendim bu hoca vizede kimseye yetmiş üstü not vermezmiş de falan da filan da. sonra eski sınav soruları havalarda uçuştu, kimisi şuradan da sorarmış, şunu da sorarmış diye bir sürü istihbarat yığdı önümüze,vesselam sınav günü geldi çattı. bütün soruları* yaptım ve çıktım, baktım millet haşır huşur yazıyor hala. manzarayı görünce tırstım tabii, eyvah dedim kötü gelecek sonuç.
sınav sonuçları açıklandı, yetmiş altı aldığımı görünce çok sevindim. sonra da sınıfın durumu ortaya çıktığında o haşır huşur yazı yazan ineklerden daha yüksek not aldığımı öğrendim. nedendir bilmem ama inek olarak bilinen şahısların hepsi genel itibariyle düşük not almışlardı.
demek ki inek olarak ön plana çıkmayacaktın sınıf içinde. hiçbir idealin, hedefin yokmuş gibi davranacaktın ya da varsa bile fazla umursamıyormuş gibi olacaktın, yani fazla kasmayacaktın böyle, rahat rahat okuyacaktın okulunu. ben kendimi hiç inekmiş gibi görmediğim ve öyle de davranmadığım halde yüksek not alınca amma da garipsemiştim, herkesler de garipsemişti. marifet inek olmakta değildi demek ki, sınavda sayfalarca cevap yazmakta da değildi. biz ders arası kantinde muhabbet ederken bu adamlardan bir ikisi kütüphaneye gidip ders çalışırdı, o kadar yani. inek olmanın da bir adabı, erkanı var elbet, aslında ben bu adap erkan çerçevesinde bir ineğim diyebilirim mesela.
bir de birinci sınıf olayı var ki illet bir şey, şöyle bir düşünüyorum da halimizi, ne kadar komik durumdaymışız meğer. kim bilir üst sınıflar ne kadar dalga geçmiştir bizlerle.
siz siz olun, birinci sınıfsanız eğer, sakın üst sınıflara gidip de bir şeyler sormayın, durumun ne gülünesi olduğu sonradan çıkıyor meydana. nasıl olsa birileri gidip sorar, eder, önünüze koyar ne var ne yoksa.

* hocanın beş sorusunun dördü eski soruların aynısıydı.

Pazar, Temmuz 09, 2006

siz İspanyolca bilir misiniz?

...bir araya gelemeyen bir kadınla bir erkek vardı ve kadın bir gün erkeğe soruyordu:
- sen İspanyolca biliyor musun?
erkek, birçoklarımız gibi erkekçe bir böbürlenmeye kapılarak yalan söylüyor ve "evet!" diyordu, "evet,ben İspanyolca biliyorum."
aradan bir zaman geçiyordu.
erkek, kadının bir başkasıyla evlenmeye hazırlandığını öğreniyordu.
düğün günü kadından bir çiçek geliyordu erkeğe, yanına konulmuş bir kartta çiçeğin İspanyolca ismi yazıyordu.
erkek, o karta bakmıyordu bile.
yıllar sonra kadınla erkek yeniden karşılaşıyorlardı ve erkek küskün davranıyordu.
kadın, "evlendiğim gün sana gönderdiğim çiçeği almadın mı?" diye soruyordu.
aldığını söylüyordu erkek, kadın, "üstünde çiçeğin adı yazıyordu onu okumadın mı?" diye soruyordu.
ve erkeğin onu okumadığını anlayınca da çiçeğin ismini söylüyordu:
-gel beni al.
kadın son çığlığı atmış, ama erkek boş bir övünme yüzünden anlamamıştı.
o da başka bir erkeğe gitmişti...


kendi hayatınızı kendinize en iyi anlatan deneme kitaplarından birisi. kendilerini tanımak isteyen kadınlar ve kadınları tanımak isteyen erkekler için.

Çarşamba, Temmuz 05, 2006

şehirden indim köye

uzun bir aradan sonra yeniden köye gitme imkanı bulduğum için epey bir sevinçliydim. yanıma hiçbir giysi, şu, bu almadan arkadaşımla birlikte sıcak bir öğlen saati yola düştüm.
önce ilçeye gittik, yolda yine sınırı gördüm. sonra çıktık ilçeden, istikamet köy. önce bir kasabaya girdik, Asi Nehri burada daha bir güzel akıyordu sanki. sonra kasabadan çıktık, önümüzde uçsuz bucaksız bir ova.
gittiğimiz köy ovanın ortasında, her tarafı düzlük bir yer. etraf tarlalarla dolu ve sadece köyün içinde ağaçlıklar mevcut. bir de civar köyler var ötede beride, yürüyerek rahatça gidilebilecek mesafede. gündüz insanı sinir edecek kadar çok esen bir rüzgar gece yerini sükunete bırakıyor.iki tane bakkalı var, gece canınız kola çektiğinde gidip sahibini yataktan kaldırabiliyorsunuz (biz öyle yaptık). herkes birbirini tanıyor doğal olarak, zaten çoğu kişi birbirinin akrabası.
gündüzleri hava sıcak olduğundan pek bir şey yapamadık, sadece on bire kadar uyuyup uzun bir köy kahvaltısı yaptık mis gibi havayı içimize çekerek. öğleden sonra arkadaşlar, kuzenleri falan toplandık muhabbet ettik. akşamüstü tabii ki futbol oynadık köy sokaklarında. ve en güzeli de akşam çay eşliğinde yaptığımız muhabbetler ve gece damda içtiğimiz kolalar oldu, binlerce yıldız da gecemize eşlik etti. köyün en güzel tarafı da buydu işte, yıldızlardı.
her sabah, şafakta uyanıp etraf ağarmadan dışarı da çıktım ve serin mis gibi havayı ciğerlerime çekip dümdüz ovanın ufkundan doğacak güneşi bekledim büyük bir zevkle. sonradan horozların sesi zor uyuttu beni.
şehre dönüşümüz benim için hüzünlüydü ama itiraf etmek gerekirse özlemiştim kenti.