Pazar, Eylül 12, 2010

güneye iniş

yalçın dağlarıyla ve eşsiz havasıyla güzel Erzurum'u bırakmak, ondan ayrılmak bu sefer beni çok üzdü. sabah erkenden evden çıkıp son kez o güzel havayı ciğerlerime çektim, öteleri seyrettim ve doğanın sesini dinledim. sonra ikibin beş yüz metreden inişimiz başladı ailecek. ta Antakya'ya, sıfır metre denize varana kadar.
erzurum-bingöl yolunda harika bir göl burası. manzarası süper, hele bir de tepelerden birinde bir köy var göle nazır...içim gitti. sabah serinliğindeo köyde ne güzel kahvaltı yapılır. köy ekmeği, taze peynir of of.
doğunun coğrafyası o kadar güzel ki. biz de böyle derin vadilerden ırmakların açtığı yollardan onları takip ede ede ilerledik. erzurumun o yükseklere has çayırlık doğasından sonra bingöle doğru inişimizde bizi yeşilliklerle dolu manzaralar karşıladı. öylesine yeşilki bazı yerler, insan şaşırıyor. çünkü zihinlerde hep doğunun bozkır olduğu olgusu hakim.
burası malatya-gölbaşı yolunda soğuk suyuyla meşhur erkenek beldesinden sonra geliyor. sarp dağları tepeleri olan bir vadiden geçerken bu şirin durakta mola verip dağdan gelen şu mis sudan içtik. taze üzüm ve dut kurusu aldık.
 o kadar şirin bir yerdi ki işte görülüyor. bir sürü taze meyve vardı, incir kurusu falan.
 işte yurdum doğu akdeniz. ona varınca, kokusunu duyunca,dört bir yanına dağılmış sevdiklerimin yakınımda olduğunu hissettikçe içim sımsıcak oluyor.her şey gözümde sevimli, munis, tanıdık. mutluluğum, yaşam sevincim artıyor. yurdum, toprağım,her şeyim.
burası maraş. tipik bir akdeniz görünümü. düzlüklerde sarı sarı başaklar ve yeşil sebzeler,tepelerse tipik makiliklerle dolu. 
 ve sıfır metre. antakyaya varır varmaz biraz dinlenip denize gittim. ne çok özlemişim evimi, mahallemi, dostlarımı.

Perşembe, Eylül 02, 2010

aradığım an

 
dün akşam hayatım boyunca gördüğüm en güzel günbatımını izledim.
geldiğimden beri dağ tepe dolaşıyordum en iyi nerede seyredebilirim diye ama hangi tepeyi aşsam, hangi yamaca tırmansam  arkasında yine yakın dağlar ve tepeler çıkıyordu ve uzun ve görkemli bir günbatımı izleyemiyordum.
bu sefer dağ, tepe tırmanmak yerine gözümü aşağı düzlüklere çevirdim. çünkü bulunduğum bölgede dağlar doğu batı doğrultusunda sıralanıyor ve ben sürekli batıdaki tepeleri aşıyorum, böylece yine karşıma dağ, tepe silsilesi çıkıyor. güneye gidersem belki bi gedik bulabilirim arzusuna kapıldım. ayrıca güneydeki dağ silsilesine günbatımının ışığı çok güzel düşüyor, onları daha yakından resmetmek fikri de eklenince, yaklaşık bir saat önceden yola çıktım.
önce bir köy yolundan epey aşağıya indim, sonra yoldan saptım. kuru otlar çoktu burada, kimi yerler de biçilmişti, temizdi. aradığım bir gedikdi oysa, ama ben öyle beklemediğim bir manzarayla karşılaştım ki burada.
gidebildiğim kadar güneye indim geri dönüş yolunu da hesap ederek. kendime bir kaya buldum ve oturup bu muhteşem anı seyre koyuldum. işte günlerdir aradığım manzara buydu ve bu tahminimin ötesinde bir manzaraydı.
etrafda ses seda yoktu. batıdan esen rüzgarın uzun kurumuş otları süpürürken çıkardığı uğultudan ve sürekli tepemden eksik olmayan küçük sineklerin vızıltısından başka hiçbir şey...tertemiz ve serin bir hava... önümde eşsiz bir günbatımı... huzur...
bitmesin istedim o an...
güneş kaybolduğunda yemeğe yetişmeme oniki dakika vardı. ne kadar istemesem de geri dönmek üzere hareketlendim. yolum uzundu, kimi zaman otlar yoğunlaşıyordu, kimi zaman taşlık yerler, hele bir de dere yatakları yok mu... koşmam gerekiyordu yoksa çok gecikecektim.
eve vardım ama terden sırılsıklam olmuş ve soluk soluğa kalmıştım. bir daha gidebilir miyim bilmiyorum ama o akşamdan sonra buradan gitmeyi hiç istemedim. o kadar güzel bir doğası ve havası varki buranın. üstte çektiğim fotoğraf ifade edemiyor manzaranın muhteşemliğini.