Cumartesi, Ağustos 30, 2008

rina namıdeğer zarife

fotoğrafta gördüğünüz sevimli köpekcik (aslında pek de köpekcik denemez çünkü kocaman bir şey:) bizim Rina. asıl adı bu olmakla birlikte ben ona Zarife adını koydum, yani adı Rina Zarife.yaklaşık yedi aylık köpeğimiz Rina' yı sizlere takdim etmekten gururluyum. köpek beslemek çok zor iş, hele de aktif bir cinsse. her akşam Rina ile oyun oynanmalı, enerjisini atmazsa gece neler yapabileceğini siz düşünün. mesela bahçedeki hortumu çekmek, çalı çırpıyı dağıtmak, olmadık yerlere çukurlar kazmak, kedilere sataşmak, yemek kabını oradan oraya fırlatıp koşturarak sizi uykunuzdan etmek vesaire... o iyi bir bekçi köpeği, içeri girenlere ya da girmeye çalışanlara karşı direkt alarma geçer, biz de rahat bir uyku çekeriz. aynı zamanda da çok uysal biri, yabancı olmadığınızı ya da tehlikeli işler yapmadığınızı anlarsa hemen yumuşar ve soytarılaşır. yoldan geçen ve ona hayran olan, kapıdan seven hatta besleyen çok insan var. komşularımız da dahil, ona yemek getiren, onu şımartanlar çok. yani sadece bizim değil komşularımızın da dostu.

kötü huyları da yok değil. mesela çok kıskanç, kedileri çok kıskanır, sevdiğinizi gördüğünde hemen gelir ya kediyi itekler, ya sizin elinize atlar. yemeğini de asla paylaşmaz, zerre dahi olsa kedilere izin vermez. karnı tok olsa bile sırf kediler yemesin diye gidip yemek kabını siler süpürür. doğal olarak kedilere çok sataşır, bazen kedi dayanamaz ya ısırır ya da tırmalar ama bu onu daha da kamçılar. kedi ne kadar sinirlenirse bizimki o kadar çoşar. sonuçta ortaya çok komik manzaralar çıkar, sizi gülmekten kırar geçirir.
köpeğimizi seviyoruz, o artık ailemizin bir üyesi.

Pazar, Ağustos 24, 2008

güz esintisi

birkaç gün önce akşamüstü bahçede dolanırken akşamsefalarının kurumuş ama üzerinde kalmış çiçeklerini temizliyordum. birkaç gün şehrin üzerine bir pus çöktü, Antakya' nın o her zaman uğuldayan kuvvetli rüzgarı kesildi ve nem tavan yaptı. balıkların suda nasıl yaşadığını anladım az biraz, resmen su içinde yaşar gibiydik. sonra rüzgar çıktı, uğultular gelmeye başlayınca tamam dedim hava normale döndü.

ama güneşin hala tadı yoktu, esintiyle birlikte bir serinlik çökmüştü. aniden güz canlandı içimde, hele de o kurumuş çiçekleri ellerimle ezerken. sonra yeni açanlara baktım, güzde olmadığımızı fark ettim yeniden. ama sanki her şey güzü hatırlatıyordu bana, güneşin bile tadı yoktu, bir yağmur haberiydi sanki bütün bunlar.
meğer doğruymuş, nihayetinde dün yağmur yıkadı şehrin tozlu sokaklarını. önce gök gürledi sonra damlalar düşüverdi. yolları ağaçları yıkayıverdi toptan, koca bir şehir ancak bu kadar kolay temizlenebilirdi herhalde. herkes mutluydu yağmurunun yağışına, mahallede çocuklar bağrışıyordu. herkes içerilere kaçıştı, kimisi de ıslanmayı yeğledi.

gece boyunca pıtırtılarını duydum damlaların. bu sabahsa tıpkı bir güz sabahı gibi serindi, güneş bulutların ardında saklı hala.
hoşgeldin yağmur.

Cuma, Ağustos 15, 2008

sınır teli

ilk gördüğümde "bu mu sınır?" diye sormaktan kendimi alamamıştım. burası Suriye sınırı, karşı taraf bizim değil ve o bölgeler mayınlı. bir ara mayınların temizlenip tarıma açılması anlaşmasına varılmıştı ama yeni durumdan haberim yok. yol ise hemen sınırı takip ediyor burada.
sınır telini görmek çok tuhaf bir duygu, anlatmak pek kabil değil. böyle basit bir tel işte ve öteki tarafa geçmek yasak. geçsen bile sana ait değil, istediğin gibi hareket edemezsin. ne zaman düşünsem bunu, insanları ayırmanın ne garip bir dünyalık iş olduğunu hissederim ve üzülürüm. o ulaşamadığım taraftaki insanların hayatlarını çok merak ederim ama buna izin verilmez.
sınır görmediyseniz eğer, bir gün mutlaka görmelisiniz.

Çarşamba, Ağustos 06, 2008

tuhaf babalar ve geçinemeyen oğullar

sıcak ve nemli bir öğlen vaktinde dört arkadaş serin bir mekanda oturmuş sağdan soldan laflayıp buzlu kahvelerimizi yudumluyorduk. laf nereden geldiyse babalara geldi, mesele ise babalarla oğulların anlaşmazlığıydı.

babasının tayini Ankara' ya çıkan bir arkadaşımız başladı babasının son günlerdeki tuhaf hikayelerine. Ankara' da yeni eve yerleşen babası buna açıp sormuş:
-oğlum hangi odalara lamba takayım?
hakikaten tuhaf bir soru değil mi bu? lamba bütün odalara takılmaz mı yahu? hem sürekli yanmıyor ki bu lamba takınca elektrik harcasın, lazım olunca kullanırsın. arkadaşımızın delirmemesi içten bile değil, anlatırken gülmekten kırılıyoruz.
-zaten tuvalete takmasın lambayı, biz deliği tuttururuz nasıl olsa, diye espriler havada uçuşuyor.
öteki arkadaşımız bu yaz geçen yıllara nazaran babasıyla daha az kavga ettiğini anlatıp bu duruma seviniyor. kavgaların bitmesi fazla bir lütuf zaten, azalması bile şaşılacak durum. bir diğeri babasıyla muhabbetinin pek az olduğunu söylüyordu, bir çoğu gibi.

babasıyla anlaşamayan hatta babaları tuhaf olan ender insanlardan biriyim sanırdım ama benden o kadar çok varmış ki etrafımda, hem de o kadar çok ki. kavgalar bir yana dursun, babalarımızın tuhaf halleri şaşırtıcı, hele bir arkadaşımız var ki babası tuhaflık abidesi, resmen komedi. üniversitedeki arkadaşım babasının her işine karışması yüzünden artık eve sık gitmek istemiyor, ondan uzakta rahat olduğunu söylüyor.
bir gün baba olursak biz de mi tuhaflaşacağız Allah' ım diye sormadan edemiyorum kendime ve korkuyorum. ben eskiden babamla kavga ederdim ama artık haksız bile olsam sesimi çıkarmıyorum, susuyorum. böylece kavga etmiyoruz artık çok şükür.