Salı, Temmuz 19, 2005

tatil yolu

saat iki sularında yola çıktık; hava sıcak, hem de çok. Amik ovası yanıyor, uçsuz bucaksız toprakların sonu görünmüyor. ufka baktığınızda bir sis kümesi görüyorsunuz. insanın gidesi gelmiyor oralara, ardında ne olduğu belli çünkü: sıcak! ovadan kıvrılıp dağa tırmanmaya başlıyoruz, artık Antakya'ya veda etme zamanıdır. zirveye ulaştığımızda ova şimdi daha da bir gözalıcı ve ürkütücü görünüyor. Geçidi aşıp dar bir boğazın çevresinde kurulu Belen'e geliyoruz. burası genelde bulutlu ve serin olur. çok farklı bir havası var; çünkü evler birbiri üstüne kurulu şekilde duruyor. boğazı geçip Belen'i arkada bıraktıktan sonra İskenderun'dayız. deniz gülümsüyor bize ama biraz soluk. civarda hep fabrikalar sıralanmış ve tabii bir de liman ve tersanesi. işte bu yüzden biraz soluk görünüyor; deniz, güneş, kum üçlüsünden bahsetmek imkansız burada.
Hatay sınırlarını terk edene kadar gazete okuyorum, çevreye bakmak artık sıkıcı geliyor bana. gazete de bitmek bilmiyor, bahane çok nasılsa okumak için; varsın bitmesin. yol boyunca gözüme ilişen pek bir olay yok. bir ara yolumuza iki tane inek fırlıyor, ani fren yapmak zorunda kalıyoruz; bu kayda değer mi bilmem ama...
sonunda varıyoruz; valizleri taşımak zorunda mıyım? evden çıkıp da varılacak yere gelene kadar bu tür işleri ben yapmalıymışım, annem öyle diyor.
geç kalkıyorum, sürekli kitap okuyorum. öğlen sıcağında ne yapabilirim ki. akşamlar güzel geçiyor buralarda. mümkün olduğunca ailemle birlikte olmuyorum. onları çok seviyorum ama onlara yakınken değil, onlardan bir adım uzakken mutlu hissediyorum kendimi. yaşımın getirdiği bir istek bu, öyle yorumluyorum. hep onlarla olamayacağım zaten, şimdiden böyle hissetmek çok iyi. zaten bir söz vardır:" zaman alışmayı öğretir ama unutmayı asla." ben şimdiden alıştırdım kendimi, onlar da alışsın.

Pazartesi, Temmuz 11, 2005

huzur istiyorsanız sizde yapın

Hayat bir sürü dertle dolu. gün yok ki bir sıkıntımız, problemimiz olmasın. insan hata yapa yapa yapmamayı öğreniyor. bazen gereksiz şeyleri dert ediniyor. üstelik bunlar o kadar çok ki hayatta, üstesinden gelebileceğimiz ama bilmediğimiz için boşu boşuna zihnimizi ve kalbimizi yorduğumuz şeyler. ben bunları yaşayarak öğrendim. tavsiyem siz bunları yaşamadan öğrenin ki sıkıntı çekmeyesiniz. burada yaşamış bir prototip var, açık ve net.

1- her şeyi karşınızdakinden beklemeyin. bireyler hep çekinirler, bunu istesem bunu yapsam, söylesem acaba ne der,tasvip eder mi? diye soru sorup zihnine hep işin olumsuz tarafını yüklerler ve bu yüzden pasif kalırlar hayatta. halbuki anlaması gerekir, karşısındaki insan sizden yapmanızı istemektedir.
2- karşınızdaki insana nasıl davranıyorsanız, ondan da size aynı şekilde davranmasını beklemeyin. herkes sizin gibi düşünmez,siz başkasınız, onlar başka. siz özür beklersiniz mesela;ama o böyle düşünmez, özrü gerektirecek bir durum söz konusu değildir onun için.
3- herkesin suyundan gitmeyi öğrenin. ikiyüzlülük değil demek istediğim. mesela,karşınızdaki insanın savunduğu düşünceyi tasvip etmiyorsanız,onunla tartışmaya girmeyin. bir şekilde alttan alın, hem onu onu mutlu etmiş olursunuz, hem de siz ters bir duruma düşmemiş olursunuz.
4- insanların arkasından asla konuşmayın,laf götürüp getirmeyin. an gelir,foyanız meydana çıkar,sonunda yalnız kalan siz olursunuz;çünkü etrafınızda kimse kalmamıştır.
5- dinlemesini öğrenin,insanlar kendilerini dinleyen insanları çok severler. bazı insanlar da vardır kihep kendi konuşmak ister,karşısındakine fırsat vermez. bu gibilere açıkça söyleyinbirada sizi dinlemesini. her şeyin bir ölçüsü var, değil mi?
6- üstesinden gelemeyeceğiniz sözler vermeyin. insanlara hayır demesini öğrenin. sonuçta böyle yapmazsanız siz sıkıntı çekersiniz.
7- insanlar gülen, konuşan, anlatan, yani aktif olan kişleri severler ve hep aralarında görmek isterler;siz de böyle davranın, en azından deneyin.
8-yanlarında rahat edemeyeceğiniz, kendinizi huzurlu hissetmeyeceğiniz kişilerle birlikte olmayın,bu kişiler size ne kadar yakın olursa olsun.
8- yeni tanıştığınız birine içten, sıcak ve yakın davranın.Kısa sürede sizi sevecektir.
9- uzun süre görmediğiniz ( mesela ortaokul arkadaşınız ) bir insanla karşılaştığınızda da içten davranın, bu onları çok mutlu edecektir. hakkınızdaki olumsuz düşüncelerini bile silebilir, emin olun.
10- aktif olun. çekinmeyin; yolda karşılaştığınız ve pek samimi olmadığınız birine siz selam verin. iyi bir mevkiye geldiğinizde asla insanları küçümsemeyin, tanımamazlıktan gelmeyin.

kim bilir daha ne kadar çok şey var buraya yazmak istediğim;sanırım bunlar en önemli olanları. son tavsiyem biraz da sizin düşünmeniz,yapıcı bir şeyler buacaksınız.

Perşembe, Temmuz 07, 2005

tezat

Küçükken ne kadar isterdik yaz tatilinin gelmesini;bütün bir günümüz sokakta geçecekti,istediğimiz her şeyi rahatlıkla yapabilecektik çünkü.Çok televizyon da izlemezdik öyle;çizgi film kuşağı biter bitmez kendimizi dışarıda bulurduk.Geniş bahçeler vardı rahatlıkla oynayabileceğimiz.Şimdi bu bahçeleri ancak sitelerde bulabiliyoruz ya da evimiz merkezde değilse bulabiliyoruz.Garip bir durum olabilir ama şimdiki evimiz merkezde ve üç dönümden fazla bahçesi var;bu istisna.
Şimdi bakıyorum geçirdiğimiz yaz günlerine;ne kadar sıkıcı!
Tatil bir yere kadar idare ediyor;deniz,kum,güneş derken onlardan da bir süre sonra bıkıyorsunuz.Sonra tekrar eve dön ve yeniden başla.Ne yapacağım şimdi ben diye düşün dur.Kitap okumak,internette sörf yapmak ya da arkadaşlarla birlikte geçirmek bütün günü.Sonra sabahın ikisine üçüne kadar televizyon,sonra uyku,sonra yeni güne uyanış.Hem de mayışmış ,uyuşuk bir halde.Zaman belki geçiyor ama günler geçmiyor yazın;hep ağırdan alıyor kendini.
Bir iş sahibi olanlar belki alışmışlardır bu duruma;nasıl olsa yıl boyu çalışıyoruz,bizim için yaz ya da kış fark etmiyor,diyorlar.Gelin görün ki bir öğrenci için aynı durum söz konusu değil.İşinden sıkılmış bir kişi için yaz ayları ilaç gibidir herhalde.
Şu işe bak,bizler üç ay boyunca tatil yapmaktan sıkılıyoruz ama kimisi bırak üç ayı bir günü bile bulamıyor.
Hayat ne garip.

Salı, Temmuz 05, 2005

sokaklardan araklamalar

Dün akşama doğru Antakya'nın dar sokaklarından birinde yürüyorum eve doğru;birkaç tane kızlı erkekli çocuk grubu oyun oynuyorlar kendi aralarında.Tabii ben de kulak misafiri oldum biraz,oyunları nasıl bir şey anlamadım ama erkek çocuklardan biri gruba sordu:Mahsun Kırmızıgül'ün sahilde çektiği klibin adı?Hemen bir kız atladı:Sarı Sarı!Diğer çocuklar üzgün bir şekilde anlayamadığım garip sesler çıkarıyordu ben onları geride bıraktığımda.Düşündüm;yahu şu hale bak,iki kere iki kaç eder diye sorsan bilmezler;ama kimin nasıl ,nerede klip çektiğini biliyorlar,paparazzi gibi.
Daha bu sabah NTV'de dinledim,fazla televizyon izleyen çocukların okul başarısının düştüğü ve bu kişilerin üniversiteye girme oranlarının diğerlerine göre daha düşük olduğu yurtdışında yapılan bir araştırmayla kanıtlanmış.Buyrun,görün bizim çocuklarımızı;sabah uyanıyorlar televizyon,akşam yatıyorlar televizyon!Nitekim uzmanlar en fazla iki saat izlemesini tavsiye ediyorlarmış.Ama tv'lerimiz biribiri ardına yarışıyorlar nasıl daha çok izleyici çekebiliriz,diye.Sezon bitti dizilerden kurtulduk derken ardı arkası kesilmeden yeni diziler ekrana geliyor ve birçoğu da gereksiz.Elbette dizi izlenmeli ama bu kadar değil,seçici olmak lazım.Şimdi bir de dizi ödülleri çıktı,daha bir özendiriliyor millete.Her şeyin bir dengesi,nizamı olmalı,aynı tabiat gibi.Halk bilinçli olsa bu kadar dizi türemez,biz de ekranda kaliteli diziler izleriz.Bizden üç katı nüfusa sahip ABD'yi de geçeceğiz bu gidişle.
Bu arada,Aliye,Haziran Gecesi,Avrupa Yakası ve Kurtlar Vadisi'ni izlemenizi tavsiye ederim:)

Pazar, Temmuz 03, 2005

Şurdan burdan araklamalar

Bizim halkımız bir garip,niçin garip;şunun için ki istediği zaman parasını tedavülden kaldırabiliyor.Nasıl oluyor anlamıyorum ama böyle işte.Geçenlerde kantinden bir şeyler aldım,oraya bakan bayana elli bin niyetine beş tane bir kuruş uzattım,bana ne dedi:Bunları kimse almıyormuş...Hoppala!Daha ne kadar olduki piyasaya gireli bu paranın,ne çabuk öyle çekiliyor tedavülden?Halbuki ne kadar sevinmiştim bir kuruşlara;nitekim 490 bin liraysa bir şey,500 bin vermeyecektim,on bin liramı geri alacaktım.Ancak gelin görün ki bizim esnaf milleti çoktan kaldırmış tedavülden,Merkez Bankası'nın haberi bile yok.Eskiden 25 binliklerin tedavülden kaldırıldığını duyduğumda"Geç kaldınız,millet çoktan kaldırdı bile."deyip geçmiştim.Ama bu haksızlık,şunun şurasında sadece beş ay olmuştu başıma bu durum geldiğinde.Yepyeni bir para ama geçmiyor,olaya bak!
Haydarmanhattan ya da Manhattanhaydar,hangisi daha güzel?Bence ilki.Haydarpaşa'ya ikiz kuleler yapılması planlanıyormuş,bence süper bir fikir.Zaten pek iç açıcı bir görüntü sergilemiyor orası,çirkin bir tersanesi var,tren garı da olmasa düşünemiyorum bile.İstanbul gibi bir metropolde böyle çağdaş yapıların olması çok iyi olur.Zaten var ama bence tarihi dokusu bozulmadan gökdelenler sıralanmalı böyle şehirlerde.Umarım Haydarpaşa garının silüetini gölgelemez bu gökdelenler;yoksa sorun olmaz,çok yakışır.
Bir de özgün olmayı başarabilsek...

Cumartesi, Temmuz 02, 2005

Geçenlerde"Shintler'in listesi" adlı fimi izledim ilk defa,sanırım çoğunuz bilir bu filmi.Ben sinema yoksunu bir insan olduğum için,doğal olarak izlememiştim;nitekim bu film şöyle dursun,gündemdeki birçok yeni filmi bile izlemedim.Utanarak söylüyorum,en son iki yıl önce sinemaya gittiğimi hatırlıyorum,gittiğim film neydi onu da hatırlamıyorum.Ama artık zamanıdır,çünkü bir üniversiteli olarak bol sosyal hayatım olacak.
Neyse,bu film beni çok duygulandırdı,gerçekten bir başyapıt.Yakın arkadaşım,grup üyelerinden biri olan namıdeğer "skandal" İlhan bir musevi vatandaşı.Kendisine skandal dememizin sebebi ise çok.İlhan öyle bir insandır ki,hiçbir şeyden çekinmez,çok pişkin bir insandır.Evinize geldiğinde her deliği karıştıran,buzdolabını açan,çekinmeden canı ne istiyorsa söyleyen,tuvalete gittikten sonra banyonun terliğiyle çıkan,evin içine ayakkabılarıyla dalan,ulu orta geğiren,bir yere gidecekken her an sizi satabilen,espri yapmaya çalışıp da bizi bezdiren,oldukça sakar(En son markette ojelerin bulunduğu rafın tümünü yere sermiş,restorantta yemek yedikten sonra nasıl becerdiyse montunu giyerken güzelim porselen tuzluğu kırmış,dershanede oturduğu sıradan çıkarken ayağı takılıp yere yapışmış,bir keresinde de arkadaşımızın üstüne,hem de kasık bölgesine kola dökmüştü vesaire...) ve tam bir süt çocuğu...Evini aradığımızda ebeveyninden biri çıkarsa bize"Ne yapacaksın İlhan'ı ?"diye soracak kadar hemde.Bu arada kendisi 19 yaşında...

Geçenlerde İstanbul'a gitti kendileri.Neco,ben ve kendisi otururken şöyle bir konuşma geçti aramızda:
-İstanbul'da bir kampa gideceğim,iki ay çalışıp 200 dolar alacağım ama iki ay çok fazla gidip gitmemekte kararsızım.
Neco:-Ne kampı bu?
-İlhan:Ya Yahudi çocukların geldiği bir kamp,yaz kampı.
Ben:-Toplama kampı değil değil mi?
Bizi aldı bir gülme.Bunun üzerine İlhan'ın verdiği yanıt şu:
-Ya,ya.Toplama kampı,böyle gaz odaları falan varmış.Yakında beni sabun olarak kullanabilirsiniz,he he..
Oldukça güldük bu lafa.Önemli olan şu ki İlhan alınmıyor böyle şeylere,kendisi dahi katılıyor espriye.Aslında ağlanacak hale gülüyoruz ama...

Şu da bir gerçek;İlhan'ın bunca skandallıklarına rağmen ondan vazgeçemiyoruz,seviyoruz onu.Demek ki sevgi diğer olumsuzlukları silebiliyor,kısmen de olsa.
Ama İlhan'la aynı evde yaşamak mı?Düşünmek bile istemiyorum.
Biz böyle iyiyiz,aman aman..!