Cuma, Eylül 28, 2007

gaziantep yolunda

bugünlerde yol göründü bana yine.gidiyorum yeni bir şehir,yeni insanlar ve yeni bir hayata.o şehir Gaziantep.
her şey hazır benim gelmemi bekliyor şu anda.bense uzattığım kadar uzatıyorum gitme işini.aslında bir an önce gitmek hevesi de var ama diyorum ki nasıl olsa gideceksin, uzat uzatabildiğin kadar.
Gaziantep' i daha çok anlatırım herhalde,mühim olan şey şu anda ilk izlenim meselesi.ilk dikkatimi çeken şey Antep'in çok büyük bir şehir olması.geniş caddeler,kaldırımlar ve etrafında sıralanan istemediğiniz kadar apartmanlar.bu şekilde o kadar çok cadde varki...bir yanda güzel bir düzenlilik ve modernite sergilerken bir yandan da bir soğukluk yaratıyor içimde.çünkü ben mahalle kültürüyle kaynaşmış ve öyle yaşamayı seven bir insanım.bu tarz apartmanlar mahallelikten uzakmış gibi geliyor bana.
yolculuk bu pazar.beni en çok mutlu edense Antep'te yalnız olmadığım ve Antakya'ya yakın olduğum.umarım en kısa zamanda alışırım.

Çarşamba, Eylül 19, 2007

unutmak

dün akşam saatleriydi;dışarıda güzel bir esinti,yazdan kalma ılık saatler.
yanımda arkadaşım,küçük sehpada çay ve bisküvi.
o ana kadar çok kere dinlediğim bir şarkı tekrar çalmaya başladı:bir gün gelirde unuturmuş insan,en sevdiği hatıraları bile...bu ilk cümle girdiğinde arkadaşımın yüreğinde bir sızı,dilinden çıkan sitem...
hissetmediğim bir duygu sardı içimi.ben de bir gün unutacak mıydım?ne kadar da içli bir sözdü bu.insan unutur muydu,ben unutur muydum?
hayal ettim.şu hayatta öyle bir konumum vardı ki benim.küçükken her istediğimi elde edemedim,ailem zor günlerden bu zamanlarımıza gelmişti,ben küçüktüm ve pek hissetmedim bunları,şanslıydım.ama şimdi ne kadar rahat yaşıyor olsam da ben azla yetinmeyi becerebilen bir insan oldum.her tabakadan insan tanıdım ve büyüklenmedim.çok insan sevdim;varlıklı,mevki sahibi ya da fakir,sıradan bir çok sofraya oturdum.kimseyi ayırt etmedim;çünkü sadece kalpten sevdim.
bir gün çok para kazanacağım belki,peki ya unutacak mıyım o insanları,böyle bir kalpsizlik gösterecek miyim diye sordum kendime.
içim öylesine sızladı ki...öylesine acıdı ki.
hayır unutmayacaktım,unutamazdım.
unutmayacağım.

Salı, Eylül 11, 2007

biber ayı*

Sonbaharın ilk ayıdır aslında ama Antakya için yazın son ayıdır Eylül. Burada yaşayan insanlar için sıcak ve zorlu geçecek bir dönemdir. Kimse hüzne kapılmaz yaz bitti, soğuklar başlayacak diye. Tam tersi sıcaktan yakınırlar, bol bol banyo yapar, gün boyu klimalarını açık bırakırlar.
Kışa hazırlık bu ayda başlar yavaş yavaş. Bizim için çok önemli olan ve ismine “biber ayı” dediğimiz ayın günleri aslında çok yorucu geçer. Bu ayda sıcaklık 38 dereceye kadar ulaşır, ev hanımları yıllık salça ve pul biber ihtiyaçları için damlarına, balkonlarına boylu boyunca biberlerini sererler. Bunlar yakıcı güneşte bir güzel suyunu çeker, sonra şehrin her semtinde bulunan biber çeken kişilere götürülür ve bir güzel kıyılır. O esnada yakınlarda bulunmasanız iyi olur; çünkü acı bir koku boğazınızı yakar, gözleriniz çeşme gibi akmaya başlar. Çekme işleminden sonra kışlık pul biberiniz hazır hale gelir.
Biber ayının en zor işi de salça yapmaktır. Pazarlarda boylu boyuna serilerek alıcı bekleyen biberlerden kafanıza uygun olanı seçilir, fiyatla da anlaşıldıktan sonra çuvallarla salça yapılacak yere getirilir. Önce bir güzel yıkanıp temizlenir, sonra da çekme işlemine geçilir. Bunun yapıldığı alet aynı et kıyma makinesi gibidir; ama elektrikli değildir, bilek gücünüzle kolu çevirerek biberleri çekersiniz. Bakmayın öyle kolay göründüğüne, çok yorucudur. Biberler çekirdek ve sapından ayrılıp kıyılır hale getirilir; ki biber çok acı olduğundan buharını solumak suretiyle boğazınızı yakar,ayrıca gözleriniz de kızarır. Ancak işin en acıklı yanı ise ellerdir, eldiven giyersiniz ama kar etmez, sızım sızım sızlarlar. İnanın bu yanış çok kötüdür, bazen dayanılmaz hale gelir, gece yatırmaz sizi. İş bittikten sonra tepsilere yayılıp güneşe çıkarılır, birkaç gün içinde salçanız hazır hale gelir. Çekilen onca zorluğa değer mi bilmem, ama harika lezzette bir salçanız olur. Oh, mis gibi!
İşte biber ayı başladı. Biz hala sıcaklarla boğuşuyor olacağız, ta ki Kasım gelene kadar. Bir de biberler var tabii. Onsuz bir Eylül düşünmek ne mümkün...
*arşivden 1 Ekim 2005 tarihli yazım

Çarşamba, Eylül 05, 2007

halim vaktim

bazen kendimi bir roman kahramanı gibi hissettiğim oluyor.sanki ben bir romanın içindeymişim de bütün hayatımın baş kahramanıymışım gibi. bazen de düşüncelerim bir romanın diline dönüşüveriyor,bir hayat romanda nasıl anlatılırsa,nasıl bir dil kullanılırsa ben de aynı şekilde düşünüveriyorum.hoşuma gidiyor bu,hem de çok.hayal etmek bir yana,roman gibi düşündüğümü fark edince bir garip oluyorum.
kitaplara dadandım yine bu aralar.çoğunlukla da bahçede okuyorum yine.bir de üç kedi bana her zaman eşlik ediyor.ben okurken onlar ayaklarıma dolanıyor,sonra usanıp oturuyorlar,bir süre sonra uyuklamaya başlıyorlar,bazen de oyun oynuyorlar ama hep yanımdalar.bahçede gezinirken bile sürekli peşimdeler.havalar da gayet güzel;sıcaktı, şuydu falan şikayetim yok.