Pazartesi, Kasım 23, 2009

başarmak


evet başarıyorum. ve bunu görebilmek, yeteneklerimi kullanabilip iyi sonuçlar alabilmek beni nasıl mutlu ediyor. doğan bir güneş gibi an be an büyüyorum.
yıllar boyunca sancısını çektiğim şeydi bir şeyler yapabilmek arzusu. yeteneklerimi keşfettiğim zamandan beri içimdeki harekete geçme arzusu beni rahat bırakmadı ama elimde hiçbir şey yoktu. şimdi o arzuladığım yol artık önümde açık bir şekilde beni bekliyor. her ne kadar hızla ilerlemek istesem de bu basit bir iş değil ama günden güne artan bir hızla ilerliyorum.
toplantılarda fikirlerimin beğenilip uygulamaya sokulması, ilgilendiğim konularda gösterdiğim çabaların ve uyguladığım yöntemlerin işlerlik kazanması ve bana olan güvenin günden güne artması nasıl anlatılmaz bir mutluluk.
bir şeyler yapabilmek ne kadar güzel bir duygu. inanıyorum ki daha çok şey yapacağım.
maşallah.

Cumartesi, Kasım 21, 2009

farkında olmak

bazen gün içinde çok koşturduğum ya da işime sıkı sıkı sarılıp kendimi kaptırdığım oluyor. ama yine de gözüm, kulağım, ruhum hep etrafımda olan bitenle birlikte oluyor, dünyadan, hayattan kopmuyorum. bu vesileyle kendimi robotlaşmış insanlar gibi olmadığım için mutlu hissediyorum. evet bir hayat var dışarıda ve ben o hayatı yaşamak istiyorum doyasıya.
geçen gün öğlen vakti geldim eve, odamdan çıktım ve salona geçtim kitaplar,dosya vesair şeylerle. kalorifer peteğinin yanında pencereye nazır bir yerde sırtıma yastığı, altıma minderi yerleştirip küçük çalışma masamı önüme çektim ve ayaklarımı uzattım. mis gibi kokan kahvemle birlikte işime koyuldum. ciddi bir şekilde çalışıyordum ama sık sık başımı kaldırıp pencereden dışarı baktım. perdeyi boylu boyuna açmıştım, zaten hiç sevmem perde çekmeyi. mahallem ağaçlarla her yandan bürünmüş olduğundan sonbaharın o eşsiz güzelliğini her an seyredebiliyordum. balkon kapısını ya da pencereyi ne kadar açmak istedim ama hava soğuktu. içeri giren temiz hava ve dış dünyanın sesleri bana huzur veriyor çünkü.
çoğumuz fark etmiyoruz ya da edemiyoruz. zaman bizim hayatımızı kolaylaştırıyor gözükse de aslında içten içe zorlaştırıyor. ben eminim ki eskiden insanlar daha mutluydu. çünkü bir aradaydık, kopmamıştık, ayrı düşmemiştik.
neyse ki birbirinden kopmamış bir çevrede doğdum, büyüdüm. asfaltlarda değil, topraklarda yürüdüm. betonların arasına sıkışıp kalmadım, yıldızları seyrederek uykulara daldım. trafik gürültüsü değildi penceremden içeri giren, ağustos böceklerinin nağmeleriydi.
inanıyorum ki hep öyle olacak.

Pazartesi, Kasım 16, 2009

başlarken


bugün ilk defa üşüdüm, sarındım montuma sıkıca. serin bir rüzgar ve içli bir yağmur sesi hakimdi etrafta.salına salına yürüdüm yine kaldırımlarda. ne büyük bir keyifti sabahın o saatinde. yine kahvemi almaya gittim, kulağımda Fahir Atakoğlu'nun eşsiz melodileriyle başladım günün mesaisine.

Perşembe, Kasım 12, 2009

bir güz günü

o sabah uyanmakta zorlandığım bir sabahtı, aslında uyanmak ya da yataktan kalkabilmek noktasında sıkıntı çekmeyen biriyken. apar topar hazırlandım ve yola çıktım ama o sabah o kadar farklı bir havadaydım ki her şeyi bir kenara bıraktım ve bir kahve alıp sağı solu kolaçan edip bu güzel güz sabahının farklı güzelliğini keşfetmek istedim.

kuruyan yapraklar ve boş bir patika.


sarıyla bezenen ağaçlar

sonbahar beni sakinleştirir, çoşkun ruhum dinginleşir, huzur bulur. sokakları çevreleyen bahçe duvarlarından görünen sarıya bürünmüş ağaçlar, esen serin bir rüzgar ve boş sokaklar beni rahatlatır, düşüncelerimi toplamamı ve kendime gelmemi sağlar. o yüzden güzün aylak aylak gezmek çok hoşuma gider.


evimin yolunu tutarken salına salına yürürüm sokaklarda. etrafımdaki bütün seslere kulak tıkarım. sakin bir modda son bulur günüm. her ne kadar bu sakinliği korumaya çalışsam da evde yine eski ben olur çıkarım.

Pazartesi, Kasım 09, 2009

dört buçuk ay sonra


aslında bayramda gitmeyi düşünüyordum memleketime ama artık dayanamadım ve kaçtım gittim. kolay değil, dört buçuk ay geçti ben en son evimi göreli ve hiç bu kadar uzun ayrı kaldığımı hatırlamıyorum.
limon ağacına mandalina aşılamıştık, bahçede gezinirken birden görünce sarı sarı, gülümsedim, mutlu oldum. kıyamadım yemeye ama bayram gidişinde mutlaka yiyeceğim.
her güz olduğu gibi bu güz de açmış çiğdemler. kedimiz yine doğurmuş boy boy yavrucuklar.
orada olduğum günden beri hava harikaydı ama benden önce epey yağmur yağdığı belliydi. bırakın yakmayı, soba dahi kurulmamış bizim evde. zaten her yıl kasım ayının ortasında kurarız sobayı. ama Antep' te kaloriferler yanmaya başladı.
en güzeli de bir iki yıldır göremediğim arkadaşlarımı görmek oldu. inşaat mühendisliğini bitiren bir arkadaşım kendi işini bile kurmuş daha yeni, ilk kartını aldım büyük bir gururla. ömrümün sonuna kadar saklamayı düşünüyorum. buluştuğumuzda ben eski Neco'yu her zamanki gibi görmeyi beklerken, o karşıma gömlek, kumaş pantolon şeklinde klasik iş erkeği modundaydı. "artık Neco değil, Necmettin Bey'im. " dedi bana. o kadar ki, sohbetlerimiz bile değişti, artık iş konuşur olduk. hey gidi günler...
iyi ki gitmişim dedim kendime. bu kadar açmamalıyım arayı, bunu da anladım ama söz bile veremiyorum kendime.


güz çiğdemleri

Salı, Kasım 03, 2009

yaz sonrası


dökülen ve çürüyen yapraklar...boşalan parklar, ıssızlaşan sokaklar.
günlerdir yağmur yağıyor şehirde. evim karanlığa büründü ve kaloriferler yanmaya başladı.
şimdilerde sokağa çıktığımda mahallenin yaramaz çocuklarını göremiyorum sokaklarda. birkaç ahbabım var bizim apartmanda, birisi Mert, onun kardeşi Cenk, sonra üst kattaki ve alt kattaki Emre ve Onur. onları görmek güzel oluyordu, bazen şaka yapardım, bazen de boş boş geyik. küçük Cenk, küçük Emre'yi şikayet eder, kızmamı bekler ama nafile. neymiş taş atmış bizim balkona... emre donuk bir yüzle bakar ama hiç kızmadığımı görür, sonraki günlerde beni her görüşünde selam verir asker gibi.
Mert ve Cenk'in annesi genç bir bayan. beni gördüğü yerde "ablam, ablam..." diye başlar konuşmaya soluk almadan nerdeyse. amma da çok konuşur ama çok canayakındır, bir de çok süslü. yazın bol bol karşı apartmandaki ahbaplarıyla olan pencereden pencereye muhabbetlerini dinledim. bir keresinde saat gece on buçuk olmuş,karşı apartmandan komşusu bağırıyor:
- haydi kız parka iniyoruz çay içmeye.
- yaa,tamam geliyorum hemen.
- ben çaydanlığı aldım, sen de tepsiyi bardakları kap gel.
üst kat Emre benim en sevdiğim uşak. şirin mi şirin ama fırlama mı fırlama. ne zaman bize gelse beni görse cıvıtır, ciddi ol derim, kızıyorum derim nafile. kızkardeşleri var, yazın apartman kapısının önünde bağırışmalarıyla az mı sabır çektirdiler bana. karşı apartmanın da çocuklarıyla birlikte bağır çağır oynarlardı. bir keresinde üst kattan biri başladı bağırmaya:
- yeter be sizin ettiğiniz bütün yaz, başım beynim şişti, gidin parkta oynayın.
çocuklar buna iyice gıcık verirler,bir de kadın içeri gidince iyice bağırmaya başlarlar. kadın bir daha çıkar bağırır:
- bana bak gelirsem oraya koparırım o dilini. babanız gelsin söylemezsem sizi.
kadın ne yapsa, ne dese nafile. ben de bütün kalbimle kadına destek çıkarım, hadi sal şunları, hallet şu işi der dururum ama nerde...
balkonda kahvaltılarımız da bitti, akşam yemeklerimiz de. bir keresinde arkadaşım sağolsun kahvaltıda çaydanlığı üstüme devirmişti de evde bol pantolon giydiğimden yanmamıştım.
bu böyle uzayıp gider.
şimdi kış geliyor, artık içerilerde sıcak çaylar ve sıcak sohbetler ederiz biz de. sonra ne çok özleriz baharı, yazı. kavuşursak, bir daha yaşarız güzelliklerini.