Pazar, Nisan 27, 2008

anı iskeletleri

hayat bir ayrılıktı, bir kaybediş.
biz yaşadığımız, gördüğümüz halde farkına varamadık hiçbir şeyin, bakarkördük hepimiz.
bir ayrılıktır hep yaşadık, yaşıyoruz ve yaşayacağız da.
şarkılar bize ayrılığı anlattı hep; kitaplar ayrılığı, sonbahar ayrılığı... toprak, yeryüzü, gökyüzü...
bakarkördük hepimiz.
öyle tokatlar yedim ki, kendime geldim; kurtuldum bu körlükten, uyuşmuşluktan. baktım dünyaya, hayatıma, yaşadıklarıma.
anneannem. canım anneannemin mahallesine gittim uzun aradan sonra. belki orada doğmadım ama çocukluğumun bir kısmı geçti orada. her şey o kadar değişmişti ki, kurtulduğum bakarkörlüğüm bana çok şeyi göstermemiş. yeşil kalmamış, her yer apartmanlarla dolmuş. halbuki o apartmanların yerlerinde kocaman bahçeli kerpiç evler vardı. anneannemin güzel komşuları yaşardı oralarda.
bahçesindeki kızılcıkları yediğimiz, kapısını çalıp şeker istediğimiz, dut mevsiminde sevinçle gidip ağaçlarına dadandığımız, büyüklerimiz erişte kesip salça yaparken onlara yardım ettiğimiz, saçta ekmek yaparlarken imrenip bizim de küçük ekmekler açıp pişirip yiyerek mutlu olduğumuz, bulgur yapmak için kazanlarda buğday kaynattığımız, balık tutmaya giderken solucan topladığımız... o güzel insanlar, güzel komşular, o güzel bahçeler.
kimisi hala var o insanların, kimisi de yok. ama yaşadığımız güzel şeylerin hiçbirisi yok artık. güzel anneannem hala aynı mahallede, geriye kalan bir iki eski komşusuyla beraber.
geriye kalan sadece anı iskeletleri.
bense mutluyum; yemyeşil mahallem, sıcak insanlar, sımsıkı komşuluklar. yaşadığım o güzellikleri kaybetmek bana hüzün verse de, şimdi sahip olduklarım onları hiç aklıma getirmiyor. hiçbirini kaybetmek istemezdim elbet ama zaten...
hayat hep bir ayrılıktı, bir kaybediş.

Salı, Nisan 15, 2008

Adana'nın yolları taştan

pazar günü Adana kaçamağı yaptık, haftasonları bir yerlere gitmek artık adet oldu bende. sabah sekiz buçuk gibi yola çıktık ve on bir gibi oradaydık.
kuzey yolundan Adana'ya girdik ve bizi ilk olarak Seyhan Nehri karşıladı. bunca yıldır bu civarlarda yaşadığım halde daha önceden hiç gitmediğim için dikkatle izlemeye başladım etrafı. sola dönüp nehir boyu giden bir yola girdik. inanılmaz güzellikte bir yerdi burası, solunda nehir sağında evler ve her yer bol palmiye olmak üzere yemyeşildi. ah çektim içimden, işte Akdeniz bu. ne zaman palmiye görsem kendimden geçerim. ne kadar da yakışıyor her yere, bu güzellikleri görünce aklıma Antep geldi, ben Akdeniz' siz yapamam dedim.
Adana'nın meşhur Sabancı Camiisi ve etrafındaki parklar o kadar güzel bir görüntüydü ki gitmek istemezdiniz oradan. pazar olması ve havanın da sıcak olması münasebetiyle cıvıl cıvıldı her bir köşe. fıskiyelerden fışkıran sular o kadar çoktu ki anlatılmaz.
Adana'nın eski çarşısına gittik, o civarları pek sevmedim çünkü eski yapılar olması itibariyle çirkinlerdi ve o civarda her yer Adana kebabı kokuyordu:) şalgam da içmedim çünkü sevmiyorum. ama içli köfte çok güzeldi, hoş o pek Adana'ya has değil ama neyse.
çok park gördüm, her yer yemyeşil ama dikkatimi çeken bir çarpıklık bazı yerlerde modern yapılarla çarpık kentleşmenin içiçe olması.
her şeye rağmen çok güzel bir şehir ama çok da sıcak; bunaltıcı bir hava vardı o gün.hasılıkelam ben Adana' yı sevdim, yine gideceğim.

Pazar, Nisan 06, 2008

halim vaktim

bende Mecnun'dan füzun aşıklık istidadı var
aşık-ı sadık benim, Mecnun'un ancak adı var
bugünlerde deli gibi kitap okumaya daldım. divan edebiyatına merak saldım, Fuzuli'den beyitler ezberlemeye başladım. o kadar merak ki eski alfabeyi öğrenip elyazmalarını okuyabilmeyi ve sağa sola kendi elyazımla beyitleri karalayabilmeyi hayal ediyorum.

baharı arzu ettiğim gibi yaşayamamaktan dertlendim.doğru düzgün yağmur görememekten,şimşeklerle yıkanan pencerelerimi seyredememekten muzdaribim.kara bulutlar çöksün, yağmur yağsın günlerce,olmaz mı...kendimi melankolik şarkılara attım böylece.mesela şu şarkı iyi gider:

Salı, Nisan 01, 2008

değişen Ankara

bu Ankara gezisini anlatmak için nereden başlamam gerekiyor emin değilim; en iyisi ilk gözüme çarpanlardan başlamak ve devam ettirmek.

pahalılık.ben Ankara'dayken de bu şehir pahalıydı ama bu kadar da değildi. ben pahalı bile demiyordum bu şehre, gerektiği gibi diyordum. ama en son yazın gittiğimden bu yana ne kadar değişiklik olmuş şok oldum. sonra dedim ki kendi kendime, iyi ki burada kalmadım.
modernizm. Ankara mahallelerinin sevdiğim bir tarafı çok katlı yapıların azlığı, nitekim en fazla üç kat olan evler benim çok hoşuma gider. öte yandan iş merekezlerinin olduğu bölgelerde ciddi bir modern yapılaşma gözledim, gökdelen tarzı, "uçuk" diye tabir ettiğim yapıların temelleri hızla atılıyor Ankara'da. yakında kendimi Japonya'da falan hissedebilirim.
insanlar.Kızılay da mağazanın birinin önünde durup geleni geçeni şöyle bir gözlemledim, karşıma çıkan tiplerin çeşitliliği beni düşündürdü. insanların robot gibi dolaşması, çıkarcılığın artması, mutsuzluğun çoğalması... kendime burası Türkiye mi, bu insanlar Anadolu insanı mı diye sormadan edemedim.
dostlarım. onları yeniden görmek çok ama çok güzeldi. sadece üç güne sığdırabildiğim gezim herkesi görmeme yetmedi. onların sıcaklığı olmasa bu soğuk ve kasvetli Ankara çekilmezdi.

Ankara olması gerektiği gibi değil maalesef. bize bırakılan yarınların içinde Ankara böyle olmamalıydı.benim yaşamak istediğim Ankara böyle olmamalıydı.