Salı, Ocak 19, 2010

bu sabah


yoğun bir kar yağışıyla uyandım bu sabah.öyle ki bizim evin arkasındaki tepe büsbütün kayboldu. fotoğraftaki bulanıklık da bunun ispatı. hani şu kara batmış iki kulübecik de olmasa bir şey görünmeyecek.
kalktığımda saat sekizdi. sobaydı şuydu buydu derken kahvaltıya oturdum. menüde zeytin, beyaz ve kaşar peynir, bal ve anacığımın halis kızılcık reçeli vardı.şimdi de sıcacık çayımı aldım, Fahir Atakoğlu piyanoya o harika dokunuşlarıyla bana eşlik ediyor. birazdan dışarı çıkmalıyım, bu harika yğan karda dolaşmak güzel olacak. hoş pek dolaşacak yer yok, çünkü yoldan başka bir yere gidemiyorum, yerde çok fazla kar var, en son su getirmeye gittiğimde dizimi geçiyordu, o günden beri yağan karları da hesap edersek siz düşünün artık. ama belki bugün cesaret ederim, bilmiyorum.
dün çok güzel bir şey oldu. ben yine hava almaya çıkmıştım ki kavruk tenli on yaşlarında  sevimli bir oğlan kızakla hafif yokuşta bir çuval yükü çekiyordu. ben arkadan yaklaşırken seyrettim, var gücüyle çekmeye çalışıyor, biraz sonra yoruluyor ve soluklanıyordu. ona yaklaştım ve "yardım edeyim mi sana?" dedim. alçakgönüllülükle reddetti ama ben " ağıra benziyor ver bakayım bi." deyince ipi elime verdi, kendisi de arkasına geçti birlikte çekmeye başladık. o an ne kadar mutluydum bilemezsiniz. canım çıkana kadar ona yardım etmeye hazırdım.
şimdi sobanın içinden uğultulu sesler geliyor, dışarıdaki rüzgarın sesi bu. çok rahatım burada. bu yaylada, yaklaşık 2600 metrede.şehrin karmaşası, gürültüsü yok. bazen yürürken duruyor, sessizliği dinliyorum. bir kuş sesi bile gelmiyor. akşam pencereyi açıp dinliyorum, sessizlik beni ürkütüyor. birkaç su şıpırtısı o kadar.

Hiç yorum yok: