Çarşamba, Nisan 19, 2006

rekabet

ben ilkokuldayken biz öğrencilere fındık, bisküvi, meyve suyu falan dağıtırlardı. bunların dağıtıldığı gün biz öğrencilerin keyfine diyecek olmazdı, hepimiz o kadar sevinirdik ki, afiyetle yerdik onları. sonra da keşke bir tane daha alabilsem diye iç geçirirdik. ben en çok da fındığa sevinirdim, bayıla bayıla yerdim hepsini. annem “yeme, bana getir ki sana pasta yapayım” derdi, kimi zaman yerdim, kimi zaman büyük bir iradeyle yemez, eve götürürdüm. herhalde fındıklı pasta fikri daha cazip gelirdi bana. annemin niye böyle yaptığını da anlamazdım, halbuki marketten de alıp yapabilirdi. yine de yemeyip götürdüğüm günler olmuştu, sırf annem istediği için yapmıştım bunu belki de ama benim olan fındıkla yapılan pasta daha bir başka görünürdü gözümde.
ilkokul öğretmenimiz sınıf başkanını yazılı notuna göre belirlerdi. ilk beş kişi her biri bir gün olmak üzere sınıf başkanlığı yapardı. ilk başkanlığı yapan ben olurdum; çünkü en yüksek notu genellikle ben alırdım. bir günlük başkanlık beni hiçbir zaman tatmin etmezdi, halbuki hep ben olmalıydım başkan, çünkü en yüksek notu ben almıştım. kızardım içten içe öğretmenime; ama böyle yapmasaydı da hep ben başkan olacağım için öteki arkadaşlarım bu gurur verici işi ( o zamanlar böyle düşünürdük) yapamayacaklardı. bunu sonradan anladım.

ortaokulda sık sık başkan oldum ama hiçbirinden keyif alamadım ilkokuldaki gibi. artık benim için bir anlamı kalmamıştı bu işin, çünkü rekabet yoktu, çaba yoktu; kimse başkan olacağım diye derslere asılmıyordu. başkanlığı bırakmak istediğimi defalarca söylemiştim sorumlu öğretmenime ama bu işi en iyi benim ve partnerimin yapabileceğini söyleyerek izin vermemişti buna.
İstediğim mevkii kolayca elde etmiştim ama artık bir özelliği, bir anlamı kalmamıştı benim için. çok aradım ilkokuldaki rekabeti. kızdığım öğretmenim aslında ne kadar iyi bir iş yapmıştı da bunun yeni farkına varmıştım.
mutlu olmak için gerekli anahtarlardan birisi de buydu: rekabet.

Hiç yorum yok: