Salı, Ağustos 16, 2005

yol hikayesinin sonu

Asurlular “Irmaklar Ülkesi” dermiş Hakkari’ye. Zap Suyu ve vadisi, onun kollarıyla sarp dağları yararak denize kavuşma arzusuyla ilerlemiş bu topraklarda.

çıkıyoruz Başkale’den yola, Hakkari’ye doğru. inişli çıkışlı yollarda ilerliyoruz, buralar sarp tepeler ve vadilerle dolu, zaten rakım da oldukça fazla, çıktığımız kadar çıkmışız yukarılara. tepeler çoğunlukla çıplak, bozkır görünümünde; galiba birçok ağaçlık yok edilmiş buralarda. bir tepenin yamacına giriyor ve aşağıdaki düzlükte Zap Suyu’nu görüyoruz. yamaçtan indikten sonra yol tekrar tırmanıyor ama biz ilerlemiyoruz. sol tarafımda Zap Suyu ve kaplıca, sağ tarafımda yine Zap Suyu ve onunla birlikte bir ağaçlık. önce sağa giriyoruz, buradaki ağaçlıkta yöre halkı piknik yapıyor,öğlen saatlerinde de nehirde serinliyorlar. aslında serinlemiyorlar; çünkü hava zaten serin, yüzüldüğü de söylenemez;çünkü derin değil nehir. en iyisi eğleniyorlar diyelim. üstelik nehre girmek için saat 2-3 civarını bekliyorlar, çünkü suyun ısınması lazım. malum, sıcaklık yaz boyunca ortalama 23 derece. ancak yolun sonundaki kaplıcaya istediğiniz zaman girebilirsiniz, tabii. kayalarda oluşmuş küçük gölcükler var burada, dibinden suyun kaynağını görebiliyorsunuz. insanlar içinde saatlerce oturuyorlar şifa umuduyla. nelere iyi geldiğini sormuyorum, bilmek de istemiyorum zaten. bir de maden suyu kaynağı var burada. biraz içiyorum, işlenmemiş doğal sodadan. insanlar şişelere doldurup götürüyorlar evlerine, ne güzel. hazımsızlığınız varsa o gün, bakkaldan soda almaya ne hacet, evde şişelerce var nasıl olsa.

düşünüyorum da böyle sarp dağları olmasaydı, güçlükle ulaşılan yerler olmasaydı; uzun ve sert kışı olmasaydı; gazete öğleden sonra ulaşmasaydı; böyle gelişmemiş yerler olmasaydı; insanları doğal olmasaydı; gelişmiş sanayisi olsaydı... acaba bunlar ve diğer tüm olgulardan birkaçı ya da hiçbiri olmasaydı, Doğu o farklı havasını, o bambaşka özelliklerini hala özünde koruyor olabilir miydi? bilmiyorum ve bilmek de istemiyorum.
artık o topraklarda değilim, o mistik havayı artık solumuyor, yaşamıyorum; çünkü geri döndüm, burada sona erdi yol hikayesi. çok özleyeceğim ve bir gün geri döneceğim oralara. umarım, özünden, özgünlüğünden hiçbir şey kaybetmez, ne kadar farklılaşırsa farklılaşsın.
gitmesin o topraklara sanayi, gitmesin Batı tarzı yaşam. eğitim gitsin oralara, kültür gitsin. insanlar okusun, öğrensin, gazete vaktinde ulaşsın. geleneklerini yitirmesin insanlar, tarım ve hayvancılıkla uğraşsın ve bu alanda Türkiye’nin en gelişmiş yöresi olsun Doğu. nehirler, göller kirlenmesin sanayi atıklarıyla; topraklarda humus,hayvan gübresi gibi doğal ve faydalı atıklar olsun. her yer tarım toprağı ve orman olsun, hayvan çiftlikleri kurulsun bol bol; insanlar bunlarla mutlu olsun,rahat olsun,ferah ve iyi bir yaşam sürsün.kısacası doğallığını hiçbir zaman yitirmesin Doğu.

4 yorum:

Ali Işıngör dedi ki...

Seni tanımıyorum ama yazdıklarını büyük bir keyifle izliyorum...

Murat Artan dedi ki...

çok teşekkür ederim,
ben sizi tanıyorum,eğer isterseniz tanışmak, çok memnun olurum.
usta birisi olarak ben sizi hayli bir takip ediyorum.
saygılar.

Ali Işıngör dedi ki...

Neden olmasın? Eğer vaktin ve araban varsa, atla arabana gel birgün dergiye... :)

Valla seviniriz, bir sürü blogger var zaten dergide, bir yerlerden kesin tanış çıkarız.

Olmadı dışarda da buluşmanın bir yolunu buluruz elbet, her halde ayın 23'ü ya da 24'ü gibi yazı işleri toplantımızı Ortaköy ya da Beylerbeyi civarında bir yerlerde yapacağız. :)

Murat Artan dedi ki...

eh ben Türkiye'nin en güneyindeyim,ayrıca ehliyetim de yok:)
yolum o taraflara yakında düşecek,okul için.belki yolum düşer ya da blog kardesliği toplantısında da buluşulabilir.
umarım bir gün karşılaşırız.