Salı, Temmuz 28, 2009

akşam kızıllığı

odamın penceresinden akşam kızıllığı
Ağustos gelmiş, ne çabuk. günler birbiri ardınca geçip giderken ben farkına bile varamıyorum. bu kadar çabuk geçen bir yaz mevsimi hiç olmamıştı hayatımda. havanın en serin saatlerinde başlarken güne ve çabucak geçen saniyelerin, dakikaların ve saatlerin ardından bulurken kendimi akşamın o narin kızllığında; bakıyorum da şöyle geçmişe, hiç bu kadar sevmemiştim ben yaz mevsimini bu defa sevdiğim kadar.
özlemedim değil o eski yazları. hem de ne çok özledim.
kapının, pencerenin ardına kadar açık olduğu odada yatarken sereserpe emektar yatağımda, annemin gür sesi ve sabah şarkılarıyla uyanmak yeni güne. ağustos böceklerinin cırcırları ve serin ama nemli bir rüzgar dolarken odaya, ne tatlıdır o anda uyku. döne döne seslenir annem:
-haydi kahvaltıya!
kalkmazsın, sonra bahçeden çay kaşığının sesi gelir; babam ısrarla karıştırır biz duyalım diye. çay soğumadan rüzgarda, biraz zoraki biraz istekle kalkarım yataktan. kahvaltıda hemen hiç konuşmam, uykum açılmamışken azap gibi gelir bana. herkes bildiğinden kimse bir şey sormaz, iki saate kadar uykum açılınca başlarım şakımaya. öğlen olur, sıcak çöker, dört gözle beklenir serinlik. yine aynı akşam kızıllığında ne güzel olur mahallenin arka sokakları. ahali dışarıda, çocuklar koşuşturmacada; serin ve nemli rüzgarda ne güzeldir Antakya.
özlediğim uzun yazlar.
ama, şimdi daha çok seviyorum yazı, hiç sevmediğim kadar. bulunca bir fırsatını, atıyorum kendimi dışarı; güneş yakıyor kavuruyor ortalığı. elimde kahve, bir gülün zayıf gölgesine çöküp öğlen sessizliğini dinliyorum. dönerken eve, tozlu topraklı yollardan geçiyorum; güneş yakıyor tenimi, hoşuma gidiyor. kertenkeleler benden kaçışıp otların arasına gizleniyor, onları izlemek ne büyük keyif veriyor. şikayet etmiyorum hiçbir şeyden; ne yakan güneşten, ne de terden sırılsıklam atletimden.

Hiç yorum yok: