
biz bulgur ve unumuzu kendimiz yapardık o zamanlar. evvela buğday alınırdı, sonra koca kazanlarda kaynatırdık ve hedik olurdu, adını böyle söylerdik pişmiş buğdayın. ne şenlik olurdu buğdaylar koca kazanda kaynarken. doya doya hedik yerdik biz çocuklar. sonra hedikler kuruması için serilirdi güneşe, ardından değirmene giderdi.
ev unu ile fabrika unu arasında çok fark var elbette. bir kere kendi yaptığın unda senin tertemiz elin, emeğin var; bu çok önemli ve anlamlı bir şey, insana haz veren bir duygu. kalite farkı yok mu elbette var, ev unu gibi lezzetlisi var mı? renkleri bile farklı, fabrika unu bembeyaz, ev unu olması gerektiği renkte, yani açık buğday rengi.
annem küçükken toplanıp değirmene gittiklerinde değirmenin kepeği ayrılan ayrı bir bölmesine girerlermiş, orada değirmenin üfürerek attığı kepeklerin önüne geçer üst, baş her taraflarını kepeğe bularlarmış. ne büyük keyif.
şimdi değirmenler ne oldu bilmem ama Hatay' da zeytin ezen taş dibekler hala kullanılıyor. diğer yörelerde bile eski zamanlardaki değirmenler çok kalmamış, kalanlar da tutunmaya çalışıyor malaesef.