Pazar, Ekim 12, 2008

bir ekim günü akşamüstü İskenderun

güzel İskenderun Hatay'ın ikinci büyük kenti ve aynı zamanda sanayi ve deniz turizmi merkezi. merkez Antakya daha çok tarım, hayvancılık ve tarih ve doğa turizmi merkezi. Hatay işte böyle kendi kendine rahatlıkla yetebilecek bir ilimiz. İskenderun limanı ve sanayisiyle gözde bir şehir. güzel bir Ekim akşamı çektiğim fotoğraflarla az biraz size tanıtayım.

İskenderun sahilindeki şehitler anıtı

şehir meydanlarından birindeki portakallı havuz

sahil boyu uzanan parktan görüntü

sahildeki anıtlardan bir tanesi, üzerinde asker kadın ve çocuk kabartmaları var.

yukarıdaki anıtın altında böyle yazıyor.

yine aynı anıttan Mustafa Kemal'in o günkü söylediği sözler.

aynı anıttan şiir dizeleri,fotoğrafı büyütürseniz daha rahat okursunuz.

burası da sahilde bir meydan ve güzel İskenderun manzarası.

yukarıdaki meydana bakan bu anıt sahilin tam ortasında ve çok anlamlı.altında Atatürk'ün o meşhur sözü var:kırk asırlık türk yurdu düşman elinde esir kalamaz.

Akdeniz ve kum.buna maviyi de katarsanız muhteşem üçlü ortaya çıkar. deniz hala sıcacıktı, yirmi sekiz derece.

gün batımı ve İskenderun körfezi.

Cumartesi, Ekim 11, 2008

doğa hayat buldu

Eylül yağmurlarından sonra gelen tatlı güneşin de sıcaklığıyla topraklar yeniden yeşerdi, çiçekler açtı dört bir yanda. sarısıcak yazdan sonra yeniden zemin yüzünü rengarenk görmek çok güzel. fırsatım olsa dağ tepe çıkıp sonbaharın sarıdan önceki renklerini seyretmek isterdim.

bu güzel çiçekleri de bahçemizden çektim. güz çiğdemleri hala çıkmadı, ancak Kasım ayında boy atarlar. zaten Akdeniz' de sonbahar ancak Kasım ayında tam olarak temaşa ediliyor.

yakında toprak uykuya dalacak ve bir sonraki bahar bütün güzelliğiyle kendini gösterecek. bu güzellikleri görebilmek, onların farkına varabilmek adına çok şanslıyım, çok şükrediyorum.

Çarşamba, Ekim 08, 2008

toprağın insanı olmak

sabahları beşte uyanmak, tarlalara doğru esneye esneye adım be adım yürümek, sıcacık yatağını hayal edip sitem etmek... serinlikte kanala doğru giden yolda yürüyüp suyu getirmek, güneşle birlikte yakıcı sıcakta sulama yapmak, çapa yapmak, ürün toplamak...

çocukken tarla sulamak için erkenden kalkmadım ama gidip suyu getirmek hep bize düşerdi. tarlaları geçerek giderdik su getirmeye. ellerimizde kürek olurdu ya da bel. su açılırdı biz de onu takip ederek tarlaya gelirdik. bazen suyu keserlerdi bir daha giderdik. biz açardık dönerdik bu sefer başkası gelip yine kapatırdı. haydi yine git su açmaya. bazen büyük kanaldan kesilirdi su, bu sefer büyük kanala giderdik nice tarlaların, yeşilliklerin içinden geçerek. büyük kanala giderken korkardım ben, biraz uzaktı çünkü. beni ailem korkutmuştu aslında, yoksa yine uzak başka tarlalara kendi başıma gitmiştim.
tarlamızın içinde oturmak hep hoşuma giderdi. yanımızdaki tarlanın mısırları, ayçiçekleri daha çok olur, bahçeyi daha gür gösterirdi diye kıskanırdım. bazen habersiz oraya gider yalnız otururdum.
tarlaların kenarlarında meyve ağaçları olurdu,biz de gider hep kayısı çalardık.bahçe sahibini görünce nasıl da kaçardık,halbuki gidip tatlılıkla istesek verirlerdi herhalde. açgözlülüğümüz yüzünden bir keresinde ettiğimiz kayısıları bitiremeyince atmıştık üstelik.kanalın civarlarında larva kurbağalarla oynardık. kavaklara konan kuşları avlardı kimisi, sapan kullanmayı hiç beceremezdim.

bugünlerde erkenden kalkmak zorundayım, sabahları altıda kalkıp güne başlıyorum. erken kalkmak her zaman yaptığım bir şey ama bu kadar da değil. insanın en tatlı en ağır uykusunun olduğu saatlerde kalkmak biraz zorluyor beni. aklıma türlü şeyler getirip sanırım kendimi teselli ediyorum ben de. en çok da toprağın insanları geliyor aklıma.
zordur toprağın insanı olmak;emek ister, sabır ister, şükür ister. ama en çok da sevgi ister, tutku ister. toprakla uğraşmayı hep sevdim,çamurlarla çok oynadım çocukken. belki de bu tutku insana doğuştan yazılan bir şey. umarım o tutku hiç bitmez.