Çarşamba, Mayıs 31, 2006

yorgun

birisi yapsa da kahve içsem diyorum, kendi kahvemi hep kendim yapıyorum. şöyle otursam en güzel köşeye, uzatsam ayaklarımı, beklesem kahvemi. sonra getirse birisi de doya doya, hissede hissede içsem kahvemi. yorulmasam bir de kahve pişirmekle, konsa önüme hep aynı lezzette. hep ben pişirmek zorunda kalmasam, kıvamını sadece ben ayarlayabiliyor olmasam.

biraz hizmet istiyorum ben de her insan gibi; ama hep ben hizmet ediyorum kendime.

Perşembe, Mayıs 25, 2006

ne istiyorum ben?

hep şikayet ederdim yazlar daha kısa, kışlar daha uzun sürüyor diye ama şimdi böyle olmaması gerektiğini çok iyi anladım.
geçenlerde bir gün gündüzün sıcağında akşama kadar çarşı pazar dolandıktan sonra akşam olduğunda havanın serinlemesiyle kollarımız üşüyünce “ne zaman tam olarak sıcak olacak da hiç üşümeyeceğiz?” diye şikayet ettik ve paşa paşa evlerimizin yolunun tuttuk. ondan sonra düşünmeye başladım, kış olmasaydı bizim halimiz ne olurdu kim bilir? hava soğuk, yağmurlu veya karlı olunca bizler mecburen evlerimize tıkılıyor, sıkılıp da uğraşacak pek bir iş bulamayınca öğrenciysek dersimize, çalışıyorsak işlerimize dönüyoruz. halbuki havalar güzel olsa, kendimizi dışarı atmak, hareketli parçalar dinleyip coşmak, konserden konsere koşmak, parkları kafeleri doldurmak isteyecek ama sorumluluk sahibi insanlar olduğumuzdan ya istemeye istemeye işimize dönecek ve aklımız başka şeylerde olduğu için onları yarım yamalak yapacaktık ya da boş ver deyip çekici davete uyacak, çoğu şeyi aksatacaktık. sonrasını düşünmek bile istemiyorum.
işte bu aralar tam da böyleyim ben. sabahları hamakta sallanarak kitap okumak, öğlen sıcağında film izleyip şekerleme yapmak, bol bol dondurma yeyip soğuk kolaları mideme indirmek, ikindiden sonra da sıfır kol t-shirt’ümü, şortumu ve sandaletlerimi giyip saatin kaç olduğuna dikkat etmeksizin sokaklarla arkadaş olmak istiyorum.
neyse ki yaz daha yeni geldi ve her şeyin bitmesine az kaldı. iyi ki yazlar daha kısa, baharlar daha uzun sürüyor.
İyi ki.

Salı, Mayıs 23, 2006

Hari Mata Hari ve Layla

şu garip kıyafetleri ve maskeleriyle adeta Yüzüklerin Efendisi’nden fırlamış orklar gibi olan Lordi grubu nasıl birinci olabildi hayretlerim şaştı ama hakkını vermek lazım şarkıları gerçekten de güzeldi. benim gibi bir rockseverin sevinmesi ve desteklemesi gerekir ama hiç de öyle davranmadım geçen cumartesi akşamı; çünkü benim favorim Bosna Hersek’ti. gelin o güzel şarkılarını buradan dinleyin ve bana hak verin diye adeta haykırıyorum.

böyle güzel, duygulu ve anlamlı bir şarkı dururken niye iğrenç maskeli dillerini çıkara çıkara bir hal olan adamlar birinci oldu şaşırıyorum ama madem çoğunluk böyle istemiş, ne yapalım. aslında o maskeleri ve garip dil hareketleri olmasaydı belki de “oleey!” diye naralar atıp sevinecektim; çünkü şarkı bir rock şarkısı ve çok da güzel.
ama hala aklım o şarkıya, Bosna’nın şarkısına gidiyor. nitekim ben de oyumu onlara verdim, alın on kontorum size helal olsun diyerekten. zaten bu dost ülkeyi her zaman sevmişimdir ben, şarkı kötü bile olsa Bosna’ya verecektim oyumu. ekranda Hara Mati Hara grubunu gördükçe kalbimden bir sevgi seli boşaldı onlara. ama siz hiç merak etmeyin ben sizi birinci seçtim, gerisi boş, gerisi koca bir mavra.
süperstarımıza gelince… ona da çok klişe bir lafım var: önemli olan yarışmaktı.:)

not: eğer link çalışmazsa bosna'nın Eurovision sitesinden açarak dinleyebilirsiniz.

Cuma, Mayıs 19, 2006

benim adım kutikula, ya senin?

“duydun mu, yan sınıflardan birinde bir kız varmış, adı da Fizyon’ muş!” diye başlayan muhabbetin “ne-hadi be-gerçekten mi-aaa-ilginç!” diye devam ettiği lise yıllarından bir gündü, benim de çocuğum olsa ismini ne koyardım acaba diye düşünmeye başlamıştım. ne enteresan bir isimdi bu böyle, anlamı da ya atomun parçalanmasıydı, ya da atomların birleşmesi, zaten hep karıştırırdım. kızın babası elektronikçiymiş meğer, ismini fizyon koymuş. hemen araştırmaya başladım, acaba ne olabilirdi benim çocuğumun ismi? sonunda bulmuştum, kutikula olabilirdi mesela, hem çok garip bir isimdi bu. “kutikula gel evladım!”, “kutikula, yapma böyle çocuğum!” gibisinden cümlelerle çocuk büyütmek ne kadar güzel olurdu işte bunu da bilmiyordum ama iyice yatmıştı kafama, kutikula olacaktı çocuğumun adı.
Ne demekti kutikula? bitkinin en dış tabakalarından birinin adıydı bu, koruyucu dokuya dahildi. meristem de güzel isimdi bak, o da bitkideki dokulardan birinin adıydı. ikinci çocuğumun adı meristem olacaktı. nitekim o Fizyon adlı kız sonraları benim sınıfıma düşmüştü ve işin aslını anlamıştık ki kardeşlerinden birinin adı eküle diğerinin adı da nebula idi. aman Allah’ım, ne garip bir aile! bu kızın sayesinde eküle ve nebula diye iki fizik terimini kelime dağarcığımıza katmıştık ki ne büyük bir şanstı(!) bizim için.
sonra ne oldu, ben vazgeçtim artık bu isimlerden. ne güzel isimlerimiz vardı bizim, ne işimiz vardı kutikulayla, meristemle falan. hem el alem(!) ne derdi sonra!

Salı, Mayıs 16, 2006

şampiyon cimbom diyen fenerli

bitiş düdüğüyle ben yıkılırken birileri coşkudan ne yapacağını bilemeyerek bağırıyor, ”bizi kutlamayacak mısın?” diyerek üstüme atlıyor, bense “sonra,sonra!” diyerek hepsini başımdan savıyordum. “şampiyonluğu siz hak etmiştiniz ama biz de zor koşullarda buraya geldik, üzüldüm size!” deyince birisi, “kalk!” dedim, “gidiyoruz, şampiyonluğu kutlamaya!”… ve kendimizi dışarı attık.
bir Fenerbahçeli olarak Galatasaray’ın şampiyonluğunu kutlayacaktım, evet. kalabalığa karıştık, her şey yeni başlamıştı, kadınlı erkekli herkes coşkuyla bağırıyor, şehir turu atıyordu. ben de başladım bağırmaya, “re re re, ra ra ra gassaray gassaray cimbombom!” diye. kendimi tamamıyla kalabalığın coşkusuna kaptırmıştım ve arkadaşlarımdan daha da coşkuyla kutluyordum şampiyonluğu. hayır, gizli Galatasaraylı değildim elbette, ama tam bir Galatasaraylı gibi davranıyordum.
bir buçuk saat geçti, kalabalığın coşkusu yavaş yavaş azalıyorken bizler arabaya doluşuyorduk. müziğin son sesini veriyorduk ve başlıyorduk şehir turuna. müzik de Arap müziği olunca gel de dur yerinde, kolay mı! bırak bizi, etrafımızdaki arabalarda, motosikletlerde, hatta kaldırımlarda insanlar müziği duyup oynamaya başlıyordu.
bütün bunları dostluk adına yaptım ben. nasıl ki o gecede Beşiktaşlılar da vardı cimbomu kutlayan, ben de vardım işte bir fenerli olarak. iyi ki de yaptım, hem üzüntümü dağıttım, hem de iki buçuk saatliğine Galatasaraylı olup bunun nasıl bir duygu olduğunu anladım. en önemlisi, Galatasaraylı arkadaşımdan fenerin şampiyonluğunu kutlama sözü aldım.
üzüldüğüm tek şeyse şu slogandı: cimbom kartal el ele, hep beraber fenere…

not: bu kutlamayı bugün tam bir yaşında olan blogumun da kutlaması olarak kabul ediyorum ve okuyan okumayan herkese teşekkür ediyor, başınızı ağrıttığım için de özür(!) diliyorum.

Pazar, Mayıs 14, 2006

ironi

adı: Prozac
etken maddesi: fluoksetin
işlerliği: antidepresan
suçu: hayattan bezmiş insanları zorla iyileştirmek ve onları "depresyondayım, unutuldum..." diye giden şarkının verdiği hazdan mahrum etmek
davacı: depresyondaki kişi

gereği düşünüldü:

suçlunun vazife-i asliyesinin nevi şahsına münhasır olması ve bunu yerine getirmesi sebebiyle aklanmasına,
davalının ilacı yazan doktoru da şikayet etmesi halinde reddine ve en yakın akıl hasanesine sevkine,
karar verilmiştir.

yaz kızım..!


Cuma, Mayıs 12, 2006

uyanık öğrenci

gözü açık olmayı ve gözü açık insanları hep sevmişimdir ben. hele de öğrenciyseniz başka bir şehirde…
tatlıcıya gidip tanesi elli kuruş olan taş kadayıftan dört tane yiyip bir buçuk lira ödemenin verdiği keyfi anlatmak ne mümkün!
bir şey satın aldığında “öğrenciyim” diyerek daha az para ödemek ya da bazen çok hayırsever insanlara rastladığında hiç para ödememek, akşam yemeklerine davet edilmek, markette salebin ucuz ama iyi olanını seçmek…

bazı uyanık arkadaşlar salep tozunu az koyup “öğrenci salebi” diye biraz acındırarak sunsalar da ya da sabah demledikleri çayı tekrar tekrar ısıtıp akşama kadar içseler de biz yutmayız, “salebin öğrencisi mi olurmuş, getir bakayım şu tozu!” diyerekten salebimizi öğrencilikten sivilliğe yükseltir, adına da "sivil salebi" dedirtmesini biliriz.
böyle yapmaya mecbur muyuz, değiliz; ama böyle yapmaktan da keyif alıyoruz. hocalarımız “başka bir şehirde okuyup, ara sıra parasız kalmadan öğrenci olamazsınız.” derdi.
parasız kalmadık ama banka hesabındaki paranın tümünü çekmek bizi yeterince tatmin eder.

darısı parasız kalanlara… bütün temennimiz onlara.

Salı, Mayıs 09, 2006

yük

mahalle maçları yapmayı özledim.
yakan top oynuyorlardı çocuklar. birisi topu attı, top üstüme doğru geliyordu, tuttum. sonra arkadaki çocuğa bıraktım. önümdeki oğlan "abi ben hiç yanmıyorum." dedi, bir kız "ben de yanmıyorum!" dedi. bana mı söylediler, yoksa arkamdaki çocuğa mı, bilmiyorum. arkamdaki çocuğu hiç hatırlamıyorum.

hayatın yükünü taşımak ağır geliyor artık. geride kalan her gün, biriktirdikleriyle sırtıma biniyor.
çocuk olmak istiyorum, ama mutlu bir çocuk.
bu yalana da hiç mi hiç inanmıyorum.

Cumartesi, Mayıs 06, 2006

cumartesi

hani vardır ya bir gün, insanların caddelere, sokaklara boşaldığı; parkların, sinemaların, alışveriş merkezlerinin dolup taştığı, kalıp bir deyişle "iğne atsan yere düşmediği"...
işte o günü, yani cumartesiyi çok ama çok severim ben.
kaldırımlardaki kalabalığı gördükçe aklıma hep eski bir dostum gelir. üniversiteye hazırlandığımız yıllarda onların evine ders çalışmaya giderken beni hep kalabalık yerlerden götürür, "insan görelim biraz" derdi. yol üstünde makineye yüz bin lira atıp fallı sakızlardan almayı ihmal etmezdik, başarıyı simgeleyen renk çıktığında da çok sevinirdik.

şimdilerde birlikte değiliz, o İzmir' de.
ben hala kalabalık yerlerden gidiyorum...
insan görmek için.

Perşembe, Mayıs 04, 2006

telefon defteri

telefon defterimi temizliyorum bugünlerde.
bir daha görüşülmesi pek mümkün olmayanları sildim ilk önce.
bazı isimleri de bıraktım bir süre daha kalsınlar diye.
belki lazım olur, belki arar düşüncesiyle.
ama anladıkça böyle bir şeyin biraz zor olacağını, onları da sildim istemeye istemeye.
çok şey paylaştığımız insanlar da vardı içlerinde, çok az şey paylaştığımız insanlar da.
bazılarını silerken pek düşünmüyor da insan, bazı isimlere gelince durup düşünüyor. ne çok şey paylaştık, kah güldük kah üzüldük.
ama yoktu bir sebep bizi ölene kadar bağlayacak.
bazılarında olsa da bir sebep, biz ihmal ettik hep.
keşke etmeseydik...

ama hiç olmazsa bundan sonra etmesek.
bundan sonra, olmasa bile oluştursak bir sebep...

Pazartesi, Mayıs 01, 2006

birlikte yaşamak

dünyanın herhangi bir parçası olmadan diğer parçası yaşayamaz

bu fotoğraf birlikte yaşamanın fotoğrafı. önde kilise çanı, arkada cami minaresi.
bu fotoğraf Hatay' ın simgesi olarak kullanılıyor.
şimdi de forum istanbul'un bu yılki konferansının simgesi olacak.

yarınlara umutla bakabilmek için...



fotoğraf buradan alıntıdır.