Pazartesi, Ekim 10, 2005

mutlu çocukluk mu?

"Çocukluğunuzda mutlu muydunuz?" sorusunun cevabını belki de evet olarak veririz çoğumuz. şöyle bir geçmişe döndüğümüzde özlemle andığımız günleri hatırlar ve "Ne güzel günlerdi!" diye iç geçiririz. kimisi çocukluğun dertsiz tasasız günlerine özenir, çocukluk günlerine dönmek ve hep öyle kalmak ister. o zamanlar sobalı evlerimizde geçirdiğimiz soğuk kış günlerinde yaptıklarımız bir bir aklımıza gelir, iç çekeriz. ateşte kızarmış kestaneler, sobanın üstünde fokurdayan ıhlamur çayı. bir tarafta elinde gazetesiyle günün yorgunluğunu atan baba, diğer tarafta o günün akşamında yediğimiz leziz yemekleri yapmış olan anne ve ordan oraya dolanıp haylazlık yapan biz çocuklar.

güzel ve iç geçirmemize sebep olacak bir görüntü ama aslında tüm bunlara sebep olan şey zamanında kıymetinin bilinmeyip kaybedildikten sonra değerinin anlaşılması.

yaşanan bu şeylerin güzelliğinin altında yatan asıl etken bu aslında. bunun rehavetine kapılarak çoğumuz mutlu olduğumuzu söyleriz çocuklukta. şöyle bir çocukluğumuzun ruh haline dnersek daha net anlaşılır mutlu olup olmadığımız.
bir düşünelim, çocuk gördüğü birçok şeyi ister ama ebeveynler tarafından birçoğu reddedilir. iş şeker, çikolata ya da oyuncakla kalmaz, akla gelebilecek herşeyi isteyebilir çocuk. işte burada çocuk mutsuz olur mesela. sonra evde sözü geçmez, fikrine riayet edilmez, yeri gelir azarlanır, ceza verilir, hatta dayak yer. dayak yemiş bir çocuğun mutlu olması söz konusu olabilir mi?

çocuklar geleceğin mirasıdır, içinde her türlü saflığı ve güzelliği barındırır. çocuk neşedir. mutlu olmak herkesden önce çocukların hakkıdır.

bu yazı Haşmet Babaoğlu'nun 8.10.2005 tarihinde Vatan gazetesinde yazdığı mutlu çocukluk uydurması adlı köşe yazısına binaen kaleme alınmıştır.

Pazar, Ekim 09, 2005

ben

ben,

yaşamayı seviyorum
bilginin, hoşgörünün ve güzelliğin egemen olduğu bir dünya istiyorum.

ben,

kendimi seviyorum
insanları seviyorum
sevmeyi seviyorum.

ben,

dostluk istiyorum
mutluluk istiyorum
sevgi istiyorum.

ben,

güçlüyüm
ve ben sadece benim
ben
ben...

Cumartesi, Ekim 01, 2005

derin dil meseleleri - 2

üniversiteye hazırlanırken çözdüğüm Türkçe paragraf sorularında sık sık karşıma çıkan bir konuydu yabancı kelimeler. okuduğum bu paragraflarda kimi görüşler yabancı dillerden Türkçeye giren kelimeleri tasvip etmiyordu; kimi görüşler de bunları yerinde buluyordu. biliyorum, belki işim sadece sorunun cevabını bulup geçmekti ama hafızama yerleşmesi çok kolay oldu bu konunun. o kadar çok karşıma çıkıyordu bu konu hakkındaki görüşler.

benim fikrim aslında tam ortada bir yerde. sanırım biraz faydacı düşünerek karar verdim kendi içimde. günlük hayatta gerektiği yerde kullanırım bazı yaygın olmayan sözcükleri. bazı arkadaşlarım beni eleştirirdi bu konuda. "Niye açık konuşmuyorsun?" diye soran arkadaşlarıma söylediğim sözcüğün Türkçede tam karşılığı olmadığını ve o yüzden kullanmak zorunda olduğumu söylerdim; yine karşı çıkar, uzun uzadıya söylememi isterlerdi sözcüğü. ancak belli bir zaman sonra kullandığım bu sözcüklerin aynısını beklemediğim bir anda kendileri de kullanmaya başladılar ki bu benim çok hoşuma gitti. tüm karşı çıkmalarına rağmen kullanmaya devam ettiğim sözcükleri artık kendileri de kullanmaya başladı; ki bu da açık bir şekilde ortaya koymuştu bu konudaki aksi görüşlerin bir yere kadar yanlış olduğunu.
"dilimiz yabancı dillerin istilasına uğradı" diyen kişilerin yanıldığı ve haklı olduğu iki nokta var fikrimce. öyle kelimeler var ki Türkçeden karşılığını bulmak mümkün değil, böyle bir durumda başka bir dilden Türkçeye uyarlanmış bu sözcüğün kullanılmasında ne gibi bir sakınca olabilir ki? aksine dilimiz zenginleşmektedir bu sayede. ancak dilimizde uygun bir karşılık bulmuş bir kelimenin yerine onun yabancısını kullanmak ne kadar etiktir? mesela "bilgisayar" yerine "komputer" sözcüğünü kullanmak gibi. bir de şöyle bir durum söz konusu ki belli bir ilmin jargonu çerçevesinde yabancı sözcük sarf etmek bence etik çerçevede bir durumdur. mesela sayısal bir bilim dalında kullanılan "notasyon" kelimesi "gösterim,ifade,sembol" anlamlıdır; zaten ilmi çerçevede konuşulacağı için kullanılması pek de sakıncalı değildir benim için. bunu tutup da günlük hayatta kullanmak biraz garip olacaktır elbet.

bu konuda verilebilecek örneklerin çokluğu malumdur. bazı şeyler akla uygun gelse de yine de mümkün olduğunca duru ve açık olmalıdır konuşulan Türkçe. galiba bu tartışma hiç bitmeyecek, ben kendi içimde hala bitiremedim mesela. bu konuda tartışmasız tek fikrimse "bilgisayar" örneğinde verdiğim fikirdir. bu konuda oldukça net bir tavrım olsa da diğerlerinde hala bir netlik söz konusu değil kafamda. galiba hiç bir zaman da net olmayacak gibi.

Fransızcayı ana dili gibi bilen Cemil Meriç, Fransızcanın yüzde doksanına yakınının yabancı kelimelerden oluştuğunu ifade eder. bu gerçeğe dayanarak bir daha düşünmenin zamanıdır şimdi.